Nov 3, 2012

Sızlanmalar





Aslında bambaşka bir yazı için gelmiştim bloga. Sonra fark ettim ki sırası değil. Klavyeyle parmaklarım bir kere de kendim için buluşsun istedim. Biraz da aforizmalar kusayım istedim. Öncelikle hava soğuyor. Yaşadığım yer sonbahar mevsimini göz ardı edecek bir iklime sahip. Bu demektir ki benim melankoli mevsimim de kapıda. Kış çocuğu olanlar kışı sevmeli mi? Öyle olmuyor sanırım. Çünkü ben kışı pek sevmem. Hava erken kararıp odamın camları buğulanmaya başladığı zaman içime katıksız bir hüzün çöker. Mandalinanın elimde bıraktığı keskin koku hayat sevincimi söker alır. Pencereyi açtığımda ıhlamur kokusu yerine bacalardan yükselen is kokusu gelir ve bu da benim midemi bulandırır. Günlük hassasiyetlerim had safhaya ulaşır. Hiç yeri değilken aşık olurum. Gereksiz yere hüzünlenirim. Yemek yedikten sonra pişman olurum, tuvalete gitmeden mızmızlanırım. Fazla uyuduysam “ömrümü biraz daha kısalttım” diye hayıflandığım doğrudur. Ne kadar üzücü şey varsa izleyip kendime eziyet ederim. Hatta ağlarken uyuya kalıp sabah kirpiklerim ıslak uyanırım. Sabah erken kalktığımda arabaların üzerinde gördüğüm şeffaf buz tabakası beni sinirlendirir. Elimde olsa tırnaklarımla o tabakayı kazımak isterdim. Günün geç aydınlanması beni oldukça mutsuz eder. Nerede o ılık yaz gecelerinin sabahını müjdeleyen güneş? Yerler hep çamur olmaz mı... Adımlarımı dikkatle atmama rağmen paçama senkronize kümelenmiş çamur tanecikleri varsa çileden çıkarım. Buğulanan gözlük camlarıma küfürler yağdırmayı pek severim. Sırf bu yüzden buz  gibi havayla boğuşup sığındığım otobüsler kabus haline gelir. Kışın vizyona giren Noel temalı ucuz-romantik aşk filmleri ölüm gibidir, nefret ederim. Aslında aşk filmlerinin hepsi ölüm gibi.

Tüm bunları yazmama sebep olan birkaç saat önce annemin söylediği şu korkutucu sözler olabilir:


“- Yarın sabah kışlıkları çıkaralım artık.”