Jan 8, 2012

K-Drama Dünyası ve Hayatımıza Etkileri


Yeniden merhabalar. Bu dosyayı ne zamandır hazırlamayı düşünüyordum. Ama geçenlerde başıma gelen bir olay bu projeyi hızlandırmakla kalmadı, derhal hayata geçirmek istedim. Çünkü gitgide delirdiğimi hissediyordum.


Başıma gelen olayı merak ettiyseniz hemen aktarayım; hafta başında sıkıcı bir dersin ortası ve ben yine wifi gibi güzide bir hizmeti sonuna kadar sömürerek Twitter'da oyalanıyordum. Daha sonra gözüm yanımdaki arkadaşın lila rengi şirin kalemine takıldı. Üstünde garip garip çiçekler böcükler vardı ve belli belirsiz sembolik harfler gördüm. Harfler! İşte algıda seçicilik yine devrede! Büyük bir hışımla o kalemi aldım ve ellerim titreyerek arkasını çevirdim. Aman ne göreyim? Koskocaman yazıyordu: MADE IN KOREA diye. Çoğumuz için bu sıradan bir olay. Siz henüz nasıl bir haldesiniz bilmiyorum; ama bu olay bende büyük bir heyecan yarattı. Hemen kulağına eğildim: "- N, bunu nereden buldun böyle???" O da bir kırtasiyenin ismini verdi. Sonra yazıyı gösterdim. "-Aaaa şimdi anlıyorum vallahi Dici hiç fark etmemişim, istersen senin olsun ya da alayım ben sana kusura bakma gerçekten görmemişim." dedi endişeli bir şekilde. Bu olayın ardından kendimi çok suçlu hissettim. Yahu ne yapıyorsun?! Hasta mısın sen kızım dedim kendi kendime. Demek öyle bir baktım ki kız kendini adam öldürmüşçesine savunmaya başladı. Kendimi şöyle bir silktim. "Kendine gel kızım dışarıdan hiç normal gözükmüyorsun" dedim. Düşündüm. Neydi bu kadar hassas kılan beni diye. Aldım elime kağıt kalemi. Bu hastalıklı yazının taslağını hazırlamaya başladım. K-Drama sonrası aklıma fikrime düşenler, daha önce habersiz olduğum şeyler diye.



İlki şüphesiz Kore'nin haritadaki yeriydi. Daha önce nerede çekik gözlü turist görsem ben de herkes gibi "aha Çinli aha Japon" gibi yakıştırmalar yapardım. Kore gazilerini tv'de gördüğümde "hımm sanırım sömürge bir ülke, yazık" gibi acımasız çıkarımlarda bulunurdum. Haberdar olunca açtım baktım. Ne göreyim burası başlı başına bir ülkeydi. Sonra Kore Savaşı hakkında birkaç yazı okudum. Burası bizim onurumuzun hala yaşatıldığı bir ülkeydi. Kendimden utandım tabii. Hatta babamın dedesinin, amcasının oraya gidip bu savaşta hayatını kaybettiğini öğrenince yerin dibine girdim diyebilirim. Tabii biraz da şaşırdım.


Harita faciasından sonra daha da dikkat etmeye başladığım bu ülke beni drama dünyasının içine öyle bir dahil etti ki, artık gördüğüm her şeyi merak eder oldum. Oburluğuyla tanınan ben bu ülkenin yemeklerine şöyle bir göz atmak istiyordum. Her drama izleyişimde ağzımı sulandıran bu lezzetleri gerçekten denemem gerekiyordu.


Boys Over Flowers izledikten sonra "lapa" arayışına girdim. Neydi bu her derde deva lapa? Allahım öyle bir anlatılıyordu ki resmen annelerimizin evde pişirip başarısızlıkla sonuçlanan pirinç pilavları Kore'de oldukça popülerdi. Gerçekten ilginç bir görünümü vardı. Sonra balık keki "eoumuk". Resimde de göreceğiniz üzere iştah açıcı bir özelliği vardı. Dizide Goo Jun Pyo delisi bu şeyden onlarca yemişti. Güzel bir şey olmalıydı. Esasında Boys Over Flowers izleyenlerin yeme içgüdüsünü tavan yaptıracak yegane diziydi. Güney Kore'yi tanımlayan dizi olarak lanse ediliyor ya işte o ifade kesinlikle doğruydu. Geum Jandi ve ailesinin bizzat hazırlamasına tanık olduğumuz "kimchi" de bu dizi sayesinde hayatımıza girdi. Bu tabii sizin algı eşiğinizle doğru orantılı. Mesela ben Misa'yı daha önce izlememe rağmen oradaki kimchi bence hayatın en acımasız yemeğiydi. Aynı şekilde "kimbap"tan da uzun bir süre nefret etmiştim. Yani Kore lezzetlerini sevmek istiyorsanız Boys Over Flowers biçilmiş kaftandı. Daha sonra "soju" diye bir şeye tanık olduk. İçerken "kiaaa" diye sesler çıkartarak suratlarını ekşitiyorlardı. Anlaşılan çok acı ve karşı konulamaz bir tadı vardı. Bir de ne zaman içseler kesinlikle sarhoş olurlardı. Sonra da gelsin oppanın sırtında eve gitmeler :P Bu sırtta taşıma mevzusu başlı başına bir olay zaten. Sadece sarhoş olduklarında değil garip bir şekilde kızları sırta atma gibi fantezileri var. Aynı şekilde kızlar da yaşlı büyüklerini sırtlarında taşıyorlar.




Hazır yemeklere girmişken geleneksellikten şaşmayalım. Dramalarda genel olarak yaşlıların giydiğini gördüğümüz bir kıyafet "hanbok". Görünüşü biraz garip ama kötü de değil. Bu resimdeki modern bir hanbok. Çiftler evlenirken bunu giyerlermiş. Daha önce de dediğim gibi dramalarda haraboji ve halmoniler bunu giyiyorlar. Ama şimdilerde Amerika kültürünün iyice esir aldığı Kore hanboklara eskisi kadar önem vermiyor. Ben böyle bir şeyi giymek ister miyim, elbette isterim çünkü çok değişik bir deneyim olurdu. Yanımda da bu kıyafetin ait olduğu kültürden biri olursa neden olmasın :P Neyse sulandırmayalım. İşte hanboktan da bu şekilde haberdar oldum. "The Memoirs of Geisha" adlı filmde aşık olduğum kimono yerini hanbok'a bıraktı. Pişman değilim :)






Gelelim bu yazıyı yazmama sebep olan kırtasiye malzemelerine. Aslında bunlar için drama izlemenize gerek yok. Sanırım ithali ucuz olduğu için pazarlarda bile bunlardan bulabilirsiniz. Kolej dramalarında da bunları sık sık görebilirsiniz. Ben kolej dramalarından sonra nerede böyle bir şey görsem sempati duymaya başladım. Küçükken bir günlüğüm vardı ucuzcudan aldığım. Üstünde "Haru Haru" yazıyordu. Yıllar sonra bunun anlamını fark edince bu malzemelerden daha çok edinmek istiyorsunuz.





Tekstil deyince bu kadar şirin şeyleri bir Japonya'da bir de Kore'de görebilirsiniz. İzlerken bir bakıyorsunuz adam kazık kadar da olsa (bkz. Cha Jiheon manyağı :D) sırt çantası kullanıyor. Bu çantalar asla öyle sıradan çantalardan da olmuyor. Aslında sırf onlarda gördüm diye değil, sırt çantaları ölene kadar favorim olacak. Ama ileride öğretmenlik yaparken taksam nasıl olur diye de endişeye kapılmıyor değilim :P


Sadece çanta bu kadar sevimli olsa iyi. Kışın başlarını süsleyen o tatlı mı tatlı bereler ve asla nasıl doladıklarını bilmediğimiz atkılar. Hiç kıvırmayın birkaç kez de olsa takmayı istemişsinizdir o berelerden. Hayvan şeklinde olanlar en revaçta olanları. Zaten anlamadığım bir şekilde kedi, köpek ve tavşan'a feci halde takıntıları var. Çoğu tekstil figürü onlardan ibaret. Korean hoodie yazıp googlelattığınız zaman hep bu kapşonunda kulakları mevcut rengarenk ve dizüstü ebatlara sahip sweatler çıkıyor. Sonuç olarak deli demeyeceklerini bilsem şu şapkalardan takmak isterdim.




Telefon süsleri! Dürüst olmak gerekirse çekindiğim bir diğer konu da telefon süsleri oldu. İstisnasız her dramada karşıma çıkan bu ayrıntı beni en son ortaokulda yaptığım bir şeyi tekrar yapmaya ikna etti. Geçen sene yeni aldığım telefonu bahane edip "hehe ne yapayım işte aldığım yerden hediye ettiler ben de mecburen.. ama şirin dimi?" diye yalanların en büyüğünü uydurmuş ve bu süslerden birine sahip olmuştum. Size de soruyorum: Gerçekten tatlı değiller mi? "-Abartmadığımız sürece eveeet" dediğinizi duyar gibiyim :P



İşte beni en derinden etkileyen meseleye geldik: "Karaoke". Şimdiye kadar o kadar çok karaoke sahnesi izlemişizdir ki ondan bahsetmeden geçemezdim. Karaoke deyince aklıma yıllar önce aldığımız vcd'nin içinden çıkan karaoke cd'si ve mikrofon geliyor. O kadar itici ve basit gelmişti ki. İyi de bununla ne yaparız diye günlerce düşünmüştüm. Daha sonra birkaç kere arkadaşlarla barda karaoke eğlencesi düzenlendik. Yavaş yavaş işin mantığını kavrıyordum ki dramalar tam üstüne geldi. Aman o ne şaklabanlık, o ne eğlence! Bir tane ciddiyetle şarkı söyledikleri ve adam akıllı durdukları karaoke sahnesi görmedim.


Bundan hiçbir zaman şikayetçi de olmadım. Özellikle iki karaoke sahnesi benim favorim oldu. İlki My Name Is Kim Sam Soon'da ailecek gidilen eğlence, diğeri de yukarıda görmüş olduğunuz Dok Go Jin çılgınının Heartbreaker denemesi. İşte böylece karaokenin ne kadar eğlenceli bir etkinlik olduğunu öğrendim. "Jigeut jigeut jigeutaeee ppigeut ppigeut ppigeutaeeee" :D



Şimdi nedir bu yatak döşek diyecektir bilmeyenler. Efendim hemen açıklayayım. Ben ne zaman drama izlemeye başladım, artık köyümün o mütevazi yaşantısı daha cazip gelmeye başladı :P Görmüş olduğunuz resim de geleneksel Kore tarzı uyuma şeklidir. Bizim köyde de böyle uyuruz ama farklı olarak altımızdaki yatak daha kalın ve yüksek olur. Arkadaş bunlar direkt olarak yerle temastalar. Resmen beton, parke demeden yerin üstüne seriyolar yataklarını. Geçenlerde çok sevdiğim bir sınıf arkadaşımın evine gittik. Ben her zaman koltukta yatan taraf olduğum için bu sefer bana yer yatağı düştü. Ama o da ne! Yerde yatak yoktu sadece hafif kalın bir yorgan vardı. İşte tam zamanıdır diyerek bu şeyi tecrübe etmek istedim. Önceleri resmen belim yerinden kopacakmış gibi hissettim. Sonra ise vücudum yavaş yavaş alıştı. Aslında diğerlerine sorarsak bu müthiş sağlıklı bir şeydi. Şimdi odamda iki tane yatak varken yere yorgan sermeyi düşünmüyorum elbette. Ama umarım bir gün daha böyle bir fırsat geçer elime ve tekrar "onlar" gibi hissederim.




Şimdi yukarıdaki fotoğrafın ardından kendinize gelebildiyseniz dosyamıza kaldığımız yerden devam edelim :P 7 yaşından beri gözlük kullanan birisi olarak kemik çerçeveler her daim favorimdir. Lakin çok kullanışsız oluyorlar. Çabucak kırılma riskleri var vs. Sonra bunların alışılmaz derecede büyük olanlarını yine dramalar sayesinde öğrendik. Eğer başroldeki kız-erkek inanılmaz bir fiziki değişim içerisine girecekse ilk olarak saçları kabarık ve kesinlikle gözünde de bu gözlükten olmalıdır. Ya da yine esas erkek rollerinden biri öldürücü karizmasıyla bizi can evinden vurmak istiyorsa bu gözlüklerden kullanır. Tıpkı yukarıdaki Key örneğinde olduğu gibi :) Belirtmeliyim ki şu sıralar bu gözlükler herkes tarafından beğenilmekte. Liseli gençlerde özellikle rengarenk çerçeveli olanlarını görüyorum. Sonumuz hayır olsun :D



Yavaş yavaş mekanlara geçelim istiyorum. Mekan olarak ilk örneğimiz kafalarda drama sonrası şekillenen "sauna" fikri. Sauna bizim kültürümüzde de var aslında. Ama hiç böyle hayal ettiniz mi bilmiyorum. Bu toplumun insanları saunaya girdikten sonra şu enteresan formaları giyiyor, daha sonra kafalarındaki havluları da o hale getirip onlarca haşlanmış yumurta yiyorlar. Şaşırdınız elbette. Biraz da otel mantığında orada saunalar. Genellikle ince bir minder üzerinde diğer insanlarla beraber uykuya dalıyorlar. Evsiz olanlar için düşünülmüş desem; onunla da bir alaka kuramadım. Her ne olursa olsun kesinlikle yaşamamız gereken bir şey olmalı. Eğer birgün gidersek tıpkı resimdeki gibi bunu beraber yapalım çingular:)



Mekanlardan ikincisi öyle çok alışılmadık bir şey değil. Kahveden çok çayı sevdiklerini düşündüğüm Koreliler son zamanlarda gözümüzün içine soktukları bu kafelerle dikkat çekmekteler. Hemen her yeni dramada mutlaka böyle bir yerde sahne vardır. "İyi de hiç kafe sahnesi olmayacak mı nerede buluşulacak?" derseniz cevabım şu yönde olacaktır. Elbette böyle sahneler olmalıdır. Ama fark ettiğime göre reklam işin içine giriyor. Kafede yenilen ya da içilen bir şeyi üst üste birkaç bölüm görüyoruz. Daha sonra canımız çekiyor. Aman olsa da yesek diyoruz. Ayrıca o kafeler o kadar modern ve tiril tiril oluyor ki -tıpkı sokaklarının tertemiz olması gibi- Kore kesinlikle gelir düzeyi yüksek bir ülkedir izlenimi oluşuyor zihinlerde. Amaç bu mu zaten? Yok belki değil diyebilirsiniz. Ama onların böyle bir amaca da ihtiyaçları yok. Hali hazırda güzel bir ekonomiye ve asla tükenmeyecek bir sektöre sahipler. Sırtları yere gelmez, gelmesin de :)





İşte son mekanımız da Jeju Adası. Yazının tümüne katılmasanız dahi bu mekan benimle hemfikir olabileceğiniz belki de tek şey :) Önceleri hiç bilmiyordum. Her drama izleyişimde gördüm, imrendim. Siz de iç çektiniz çok havalı bir mekandır çünkü burası. Sadece havalı olsa yine tamam. Ama dizilerin genelde en can alıcı sahneleri hep Jeju Adası'nda geçer. Ayrılıklar, barışmalar, balayları, evlilikler... tüm bu olaylar orada patlak verir. Jeju'da geçen bölümler en beğendiklerim oluyor her zaman ister ağlatsın, ister güldürsün. Çünkü gitmeyi çok istiyorum. Masal gibi bir dünya inşa edilmiş oraya. Haliyle bunu yakından görmek istiyorum.

Tespitlerimin sonuna gelmiş bulunuyorum. Daha birçok şey var ama daha daha da uzatıp sıkılmanızı istemem. Zaten ben hatırlatmasam da siz sürekli tanık oluyorsunuz :)


Bir sonraki yazıda görüşebilmek dileğiyle, hoşçakalın!