Dec 5, 2012

Hyun Bin dönüyor!


-Bundan tam 21 ay önce-


7 Mart 2011

Herkesin beklediği uzun yeşil parkalı adam cam bir kapıdan dışarı çıktı. Tüm naifliğiyle gözleri dolmuş karşısındaki kalabalığa bakıyordu. Kendini olabildiğince dik tutmaya çalıştı. Ağlamamak için zorlandığı her halinden belliydi. Gamzeleri iyice çukurlaşmış, ağzı kısılıp kalmıştı. Şapkasını çıkardı, çıkardığında olan oldu. Herkes gibi o da gözyaşlarına boğuldu. Birkaç cümle kurdu ve duygularını ifade etmeye çalıştı. Onu tanıyanlar her zaman ne kadar sağlam bir duruşu olduğunu bilirlerdi. Kibar mizacına yakışanı yapmak istedi; belki de karşısındaki kalabalığa olan mahçupluğu onu bunu yapmaya mecbur kıldı. Dizleri üzerine çöktüğünde kalabalıktan çığlık koptu. Saygıyla eğildi, selam verdi ve arkasını dönüp gitti.


Ardından o an geldi. Uzun toprak bir yolda birlikten diğer arkadaşlarıyla beraber el ele tutuşarak kalabalıktan uzaklaştı. O uzaklaştıkça bu üzücü durum daha da gerçek olmaya başladı.


21 ay boyunca onun hakkında sayılı makale yayınlandı. Hakkındaki görsel bilgiler yüzü soğuktan kızarmış, tamamen düşündüğümüzden farklı bir adamla karşı karşıya bırakıyordu bizi. Ayrıca kaya gibi sert bir ifade vardı yüzünde. En son birkaç gün önce beyaz üniformasının içinde gördüğümüz adam eskiden tanıdığımız o muhteşem adama benziyordu. Gerçekten zor günler yaşamış olmalıydı ki sona yaklaştıkça daha da mutlu oluyordu.


Şu an siz bu yazıyı okurken Kore Cumhuriyeti Deniz Birliği’nin önünde yine aynı kalabalık var. Hepsi o muhteşem adama “hoşgeldin” demek için bekliyorlar. Aktör Hyun Bin, 21 ay süren zorlu askerlik görevini tamamlayıp aramıza dönüyor. Hoşgeldin Binnie, çok uzun zaman oldu. En kısa zamanda aramıza eskisinden daha muhteşem bir şekilde dönmen dileğiyle, seni çook özledik! :)


Not: Bu yazıyı yalnızca beni tanıyanlar ve ona olan zaafımı bilenler için yazdım. Ona olan zaafımı ağzına dolayıp orada burada bloglar aracılığıyla gerzekçe ifadeler kullananlar için yazmadım. Evet, kuyruklar acımış ve bu acılar bitmemiş olabilir. Ama en azından birine hakaret etmek için onu tanımak gerekir. Yazık.

Nov 3, 2012

Sızlanmalar





Aslında bambaşka bir yazı için gelmiştim bloga. Sonra fark ettim ki sırası değil. Klavyeyle parmaklarım bir kere de kendim için buluşsun istedim. Biraz da aforizmalar kusayım istedim. Öncelikle hava soğuyor. Yaşadığım yer sonbahar mevsimini göz ardı edecek bir iklime sahip. Bu demektir ki benim melankoli mevsimim de kapıda. Kış çocuğu olanlar kışı sevmeli mi? Öyle olmuyor sanırım. Çünkü ben kışı pek sevmem. Hava erken kararıp odamın camları buğulanmaya başladığı zaman içime katıksız bir hüzün çöker. Mandalinanın elimde bıraktığı keskin koku hayat sevincimi söker alır. Pencereyi açtığımda ıhlamur kokusu yerine bacalardan yükselen is kokusu gelir ve bu da benim midemi bulandırır. Günlük hassasiyetlerim had safhaya ulaşır. Hiç yeri değilken aşık olurum. Gereksiz yere hüzünlenirim. Yemek yedikten sonra pişman olurum, tuvalete gitmeden mızmızlanırım. Fazla uyuduysam “ömrümü biraz daha kısalttım” diye hayıflandığım doğrudur. Ne kadar üzücü şey varsa izleyip kendime eziyet ederim. Hatta ağlarken uyuya kalıp sabah kirpiklerim ıslak uyanırım. Sabah erken kalktığımda arabaların üzerinde gördüğüm şeffaf buz tabakası beni sinirlendirir. Elimde olsa tırnaklarımla o tabakayı kazımak isterdim. Günün geç aydınlanması beni oldukça mutsuz eder. Nerede o ılık yaz gecelerinin sabahını müjdeleyen güneş? Yerler hep çamur olmaz mı... Adımlarımı dikkatle atmama rağmen paçama senkronize kümelenmiş çamur tanecikleri varsa çileden çıkarım. Buğulanan gözlük camlarıma küfürler yağdırmayı pek severim. Sırf bu yüzden buz  gibi havayla boğuşup sığındığım otobüsler kabus haline gelir. Kışın vizyona giren Noel temalı ucuz-romantik aşk filmleri ölüm gibidir, nefret ederim. Aslında aşk filmlerinin hepsi ölüm gibi.

Tüm bunları yazmama sebep olan birkaç saat önce annemin söylediği şu korkutucu sözler olabilir:


“- Yarın sabah kışlıkları çıkaralım artık.”

Sep 8, 2012

Elveda Gaksital



Sevgili okur biz bir dizi izledik.

Öyle bir dizi ki bu; her bölümüyle iliklerimize kadar işledi. Heyecan bir kez olsun dinmedi. Gözyaşlarımızı tutmak için olağanüstü bir çaba sarf ettik. Müziklerini hayranlıkla dinledik. Sabırla bekledik kötüler cezalandırılsın, haksızlıklar son bulsun diye. Bunu beklerken çoğu zaman izlediğimizin bir dizi olduğunu unuttuk. Belki de tarihte yeri olan şeyler yaşandığı için kendimize bir türlü engel olamadık. Hepsinden önemlisi dostluk ve vatanseverlik kavramlarının iki insanı nasıl uçuruma sürüklediğine şahit olduk. Mükemmel oyunculuklar izledik. Dönüp bir kendimize baktık. Sizi bilmem ama ben o dönemleri yaşamadığım için kendimi biraz şanslı hissettim. Sonuçta benzerini belki daha fazlasını bizim insanlarımız da gördüler. Bir daha yaşanmaması için dua ettim çoğu kez. Bütün bunları bir dizi sayesinde yaptım: "Gaksital"


Teğmen Lee Kang To (Joo Won)


Baştan söyleyeyim; zulüm gören Kore’yi anlatan yine Koreli yapımcılar olduğu için izlerken Japonya’yı haklı gören tek bir taraf aramamalısınız. Dizi, haliyle taraf tutuyor. Bunu belirtmek istedim.


Gaksital , Japon işgalindeki Kore’yi yani imparatorluk zamanlarını anlatıyor. Joseon halkı perişan durumda. Japonlar iki hanedanlığın birleşmesini lehine çevirmek için uğraşırken Joseonlular bağımsız Kore rüyasıyla büyük direniş hareketleri planlıyorlar. Böyle bir ortamda hayatta kalabilmek için kendini Japonlar’a bağlıymış gibi göstermek ise başka bir yöntem. İşte başrolümüz Teğmen Lee Kang To bu sırada devreye giriyor.


Lee Kang San (Shin Hyun Joon)


Kang To tam bir Japon özentisi. Dizinin başlarında terfi alıp teğmen olunca kendini bu işe iyice kaptırıyor. Aslında sorguladığı birçok şey var. Ağabeyi Lee Kang San bağımsızlık mücadelecilerinden ve Japonlar’dan gördüğü işkence sonucu aklını yitirmiş. Annesi Kang To’nun bu yolu seçmesine anlam veremediğinden ona öfkeli. Kısacası Teğmen Lee Kang To (Japonca ismiyle: Sato Hiroshi) oldukça yalnız. Sefaletten ve hor görmeden uzaklaştığı zamanlar kendini bir Japon gibi hissettiği zamanlar ise çok mutlu. Böyle zamanlarda da ona eşlik eden bir isim var elbette. En yakın arkadaşı: "Kimura Shunji"


Öğretmen Kimura Shunji (Park Ki Woong)


Kimura Shunji ise Kang To’nun tam aksine bir Japon olarak kendini Joseonlu hissediyor. Hatta Joseon Ortaokulu’nda Joseonlu çocuklara öğretmenlik yaparak kendi vicdanını rahatlatıyor. Babası Jongro Polis Teşkilatı’nın üst mevkiisi bir adam; Kimura Taro, oğlunun bu tutumundan dolayı onu yok sayıyor. Ağabeyi Kimura Kenji de kardeşinin Joseon hayranlığına tepkili. Bu iki arkadaş aileleri tarafından dışlanıp bambaşka hayatlarda karar kılmışlar. Belki de yakın dost olmaları bu yüzden.


Oh Mok Dan / Boon Yi (Jin Se Yeon)


Oh Mok Dan, dizinin en başında attığı bir taş ile hikayenin ortasına dalıveriyor. Bu genç kız Joseon’un en büyük direnişçilerinden Damsari’nin öz kızı. Babasını yıllardır görmemiş ama mücadelesinden de asla ödün vermiyor. Yıllardır görmediği birisi var ki, o da Genç Efendim diye kalbine kazıdığı bir çocuk. Yıllar önce onun hayatını kurtaran ve tekrar buluşmak için sözleştikleri zaman ona bir hançer hediye eden Joseonlu çocuk. Mok Dan sabırla efendisinin onu bulacağı günü bekliyor. Tıpkı Shunji’nin yıllar önce dadısına yardım eden genç hemşire Esther’i sabırla beklemesi gibi.


Gaksital, maskesi ve silahı olarak kullandığı demir flüt


Gelelim kahramanımız Gaksital’e. Gaksital bağımsızlık mücadelesinin sembolü. Genelde maskesini taktığı zamanlar Joseonlular’ın dara düştüğü zamanlara denk geliyor. Halkı her fırsatta kurtarıp olayları çözümleyen Gaksital, bilhassa Japon yönetimindeki bazı insanları cezalandırıyor. Bu insanlar yıllar önce Joseon kralı ve kraliçesi de dahil olmak üzere bir dizi vatanseveri öldürerek hanedanlığı bu duruma düşüren Koreliler. Yani bir grup Koreli vatanına ihanet etmiş durumda. Gaksital başta bu insanlar olmak üzere kötülüklerin savaşını veriyor. Karşısındaki en azılı düşman ise Teğmen Lee Kang To. Yeteneğiyle ünlenen Kang To hayatını değiştirecek bu görevi severek kabul ediyor ve Gaksital’in peşine düşüyor.


Ueno Rie / Lara (Han Chae Ah)


Tüm bunlar olurken Japonlar da kendi içlerinde bölünmüş haldeler. Kishokai isimli bir örgüt içten içe yayılmacı bir mücadele yürütüyor. Bunu yapmak için ellerinde bir sürü kozları var. Yapılacaklar tükendiğinde, Gaksital örgüt üyelerini bir bir öldürmeye başladığında devreye Ueno Rie (Lara) isimli şarkıcı giriyor. Onun da katılmasıyla dizi tam bir şenlik oluyor desek yanlış olmaz.



Dizinin dört ana karakterinin hayatı birbirine bir zincirden daha sıkı sıkıya bağlı. Zincirin halkalarını öğrendikçe Gaksital’i izlememe gibi bir şansınız kalmıyor. Her bölüm bir öncekini aratmayacak derecede güzel. Tabii ki aralarında en güzeli diyebileceğimiz bölümler oldu. Mesela 25. Bölüm favorim. Ama siz öncelikle bir başlayın bence.


Asla unutamayacağımız bir sahneden

Özel teşekkür notu: Neticede hepimiz insanız. Ara ara problemlerimiz olabiliyor. Hatta bırakın çeviriyi, bilgisayara yaklaşacak halimiz bile kalmayabiliyor. Her şeye rağmen bize en kaliteli ve en hızlı çeviriyi sunan Tukyu 'ya sonsuz teşekkürler. Bazen bekleyemeyip İngilizce altyazılı izlediğim 1-2 bölüm oldu. Ama hiçbiri kendi dilimdeki kadar güzel bir tat vermedi. Şu an ondan başkasının çevirisini beğenmeyecek duruma geldim. Tekrar teşekkürler.


Son olarak samimiyetle söylüyorum;

Asyalılar daha güzelini yapana kadar en güzeli bu.


Hoşçakalın!

Sep 2, 2012

Kore Takipçileri İçin: "Bu Yaz Neler Yaptık?"


Son zamanlarda “bu blogu nasıl olur da güncellemeyi unuturum” benzeri hayıflanmalar içerisindeydim. Birkaç sitem de aldım bu konuda. En sonunda yazmaya karar verdim. Çok da şey birikti buraya yazmayalı. İnsanın rahatlaması için yazması kadar güzel bir şey olamaz. “Başucunuzda mutlaka boş, beyaz bir sayfa bir de kalem olsun.” derdi bir hocamız. En etkili yol yazmaktır. Öyleyse madem yaz aylarının sonuna geldik, sonbahara taze bir merhaba dedik, size bu yaz Kore dünyasına dair neler yaşadık onları yazmak istiyorum. Müzik olsun, sinema olsun, televizyon dünyası olsun. Hem bunlardan bahsedeceğim, hem de bir nevi kendi yaz tatilimi anlatmış olacağım. Bir taşla iki kuş yani. Haydi bakalım! ^^

Öncelikle K-drama dünyasıyla başlayalım. Bu yaz döneminde dizi açısından deyim yerindeyse doyduk. Hatta doymaya devam ediyoruz. Ne izleyeceğimizi şaşıracak duruma geldik. Bu yıl izlenilmesi gereken yaz dizileri ve yaz dönemine sarkan süper kaliteli bahar dizileri vardı. Bunların arasından bazılarını izledim. Bazılarını izlemeye gerçekten zamanım yetmedi. Ama üç dizi vardı ki onlar hala konuşulmaya devam ediliyor.



İlki Rooftop Prince. “Zaman kayması” diye bir kavramı öncelikle bize bu dizi tanıttı. Joseon döneminden günümüze atlayıveren kendini beğenmiş Majesteleri Lee Gak ve onun dünyalar tatlısı üç yardımcısı sayesinde bu kavram neymiş, öğrendik. 300 yıllık bir aşkı ağzımız açık izledik. Yoochun’un oyunculuk yeteneğinin ne kadar geliştiğine gözlerimizle şahit olduk. Hala bazı sahnelerin komikliğiyle neşemizi bulsak da aşk hakkında “bu kadar da olur mu” dedirttikleri için genel olarak ağlama eğilimi gösterdik. Çok dokunaklı bir finali vardı. Kimilerine göre yetersiz denildi. Ama bence akıllarda tek bir soru bile kalmadan veda ettiler.



İkincisi benim hala izlemeye cesaret edemediğim bir dizi. Çünkü biliyorum izlersem çok seveceğim. Neden sevmeyesin derseniz, şu an hiçbir dizi üçüncü olarak adını vereceğim dizinin önüne geçsin istemiyorum. A Gentleman’s Dignity bu yazın en güzel sürprizi oldu sanırım. Daha önce Secret Garden ekibinin yoğun çalışmalarını duymuştuk. Sonunda bize bu “ahjussi” dizisiyle görkemli bir dönüş yaptılar. Gerçekten merak ediyorum. Ee, izlemeden nasıl emin oldum peki? Etrafımda bu diziye dair hiç olumsuz bir yorum okumadım da ondan. En kısa zamanda da izleyeceğim.



Son dizimiz ise tabii ki “Gaksital”. Ben size bu yazıyı hazırlarken dizinin son iki bölümü henüz yayınlanmadı. Hüzünle karışık gelecek haftayı bekliyoruz. Yaz başında yayınlanmaya başlanan Gaksital, başlangıçta 24 bölüm olarak düşünülmüştü. Ama “asla reytingi düşük bir dizi yapmadım” diyen Joo Won’u haklı çıkaran izlenme oranlarına sahip olunca 4 bölüm daha uzatılmasına karar verildi. Bu dizi Kore’nin yakın tarihine ışık tutması nedeniyle çok sevildi. Genelde Joseon döneminde izlediğimiz Kore’nin, Yuan boyunduruğundan kurtulup Japon İmparatorluğu altına girmesini hiç izlememiştik, ya da varsa ben bilmiyorum. Dahası dönem dizilerinin fanatiği olan ben, böyle güzel bir dizi izlememiştim. Hatta biraz ciddiyetsiz olacak ama Kore erkeklerini jöle sürerken hiç görmemiştim :P Aynı şekilde bayanlarını da böyle kıyafetlerle. Kore Cumhuriyeti’nin sancılı bağımsızlık mücadelesi hepimizi derinden etkiledi. Ama daha önce bahsettim mi bilmiyorum şunu ısrarla söylemek gerek: Kore’nin siyasi tarihi kesinlikle bu diziden ibaret değil. Bu dizinin gerçek olan pek çok yönü olabilir. Ama sırf bu diziyi izleyerek Japonya’ya düşman olup Kore milliyetçiliği yapmak niyetinde değilim. Öyle değil mi yoldaşlar? :D Tamam kabul ediyorum çok etkileniyoruz böyle şeylerden. Ama biraz olsun taraflı bir dizi olduğunu da unutmayalım istedim. Gaksital deyince cümlelerim aktı gitti. Bu diziyi mutlaka izleyin, izlettirin bence.


Not: Big, Ghost, Dr. Jin ve I Do, I Do listeye almadığım için zorlandığım diğer dört dizi. Yukarıdakiler en iyisiydi sadece. Yılın kritiğini yaptığımda hem bu dizilere hem de henüz tamamlanmayan Arang, Faith ve Nice Guy’a da yer vereceğim.



Şimdi gelelim K-pop dünyasına. Müzik anlamında Kore yeni bir akımın etkisine girdi. Hatta tüm dünyayla beraber. “Gangnam Style” bu yazın belki de bu yılın en büyük olayı oldu. YG Family sanatçısı PSY, 2 yıl verdiği aradan sonra yayınladığı videosuyla yediden yetmişe herkese Gangnam dansını öğretti. Şarkı o çok bildiğimiz dans şarkılarından biraz daha farklıydı, ama sözleri de -kabul edelim- bir o kadar anlamsızdı. Yine de kıpır kıpır temposu ve “horse dance” faktörü sayesinde Youtube’ta gelmiş geçmiş en çok izlenen K-pop videosu olma ünvanını ele geçirdi. Hala sıkılmadan dinleyebiliyoruz. Çok uğraşsam da dansını öğrenemedim. Ama yapacağım, azimliyim bu konuda :)



K-pop dünyasına bu yaz bir sürü yeni grup katıldı. Ama eskilerin muhteşem comebackleri yüzünden yeniler yine pek ilgi göremedi. Yazın en güzel comeback’i Beast’inkiydi bana göre. Geceyle kafayı mı bozmuş bunlar desem de “Midnight Sun” bu yaz en çok dinlediğim albüm oldu. Özellikle Midnight ile K-pop’ta özlediğim bir şarkıyı yapmış oldular. Kutluyorum kendilerini, kesinlikle daha iyi olacaklar.



Bu yaz özellikle bayan gruplar ortalığı coşturdu. 2NE1, Bigbang’in yıl başında yaptığı gibi naif bir comebacki tercih etse de f(x) ve Wonder Girls yazın en hareketli şarkılarını yaptılar. Electric Shock ve Like This’i çok dinledik. Talihsizlikler peşini bırakmayan bayan grubumuz T-ara ise 2NE1’a benzer bir tempoda Day By Day ile dönüş yaptı. O şarkıya adeta bayıldık. Grubu da sevmeye çalışıyoruz tüm yaşananlara rağmen. Bu yaz çok önemli bir comeback daha vardı bayan cephesinde. BoA “Only One” ile şanına yakışır bir dönüş yaptı. 4Minute – Volume Up yine yazın göze çarpan şarkılarından oldu. Ama yazın son günlerinde geri dönen KARA, uzun süredir özlenen hitlerinden birini yaptı. Pandora’yı severek dinliyoruz.



Yaza Bigbang ile başlayıp yine onlardan biriyle kapadık. Yaz başında Bigbang – Alive (Monster Edition)’ı yayınladılar. Monster, Bingle Bingle dinlemekten bıkmadığımız şarkılar oldular. Still Alive’ın introluktan şarkıya dönüşü de ayrıca muhteşemdi. Yazı bitiren ise liderin solo albümü oldu. Uzun bir aradan sonra kendine has tarzını özlediğimiz G-Dragon, bu kez electroyu katmadan yalnız Rap – R&B karışımı bir müziği denedi. Türünün tek örneğiydi sonuçta. One Of A Kind ve henüz yayınladığı That XX alışamadığımız bir tarzın meyveleri oldular. That XX’i ne kadar sevdiysem, One Of A Kind’ı da o kadar sevemedim. Beni tanıyanlar lideri herkesten ayrı tuttuğumu bilirler ama ne yapsa beğeneceğiz diyen bir VIP de değilim. Heartbreaker’dan sonra beklentilerimiz yüksekti belki de. Hazır yazın iyilerini yazmışken bunu eleştirimi bir kenara sıkıştırayım istedim.



Super Junior’ın Sexy, Free & Single’ı benim açımdan büyük bir önem arz ediyordu. Çünkü grubun en sevdiğim üyesi Kangin bu albümle geri dönecekti. Büyük bir heyecanla bekledim ama yine de istediğim tadı alamadım. Geçen yaz Mr. Simple’ı bangır bangır dinliyorduk. A-Cha keza öyle. Ama bu yaz S.P.Y ve S.F.S sönük kaldılar. Nerede o eski SuJu dedim. Onların çok güzel şarkılara imza attığı dönemleri özlüyorum itiraf edeyim. It’s You gibi mesela. Ama önce yeniden 13 kişi olmaları gerekiyor.




Junsu! Unutacağımı sanmıştınız. Junsu bu yaz solo çalışmalarına dönen birkaç grup üyesinden biri oldu. Ama ne albüm öyle! Önce bahar aylarına Tarantallegra ile damgasını vurdu. Şimdilerde ise mavi saçları ile yayınladığı İngilizce Single’ı Uncommitted konuşuluyor. Yaz bitmeden o da hamlesini yaptı böylece. Mükemmel sesinden mahrum bırakmadı bizi.


K-pop dünyasında daha pek çok şey oldu ama yazabileceklerim bu kadar. Yazdan önce debutlarını yapıp yazın pek varlık gösteremeyen iki grup var. Onların da isimlerini yazayım ki ayıp olmasın. B.A.P ve Nu’est. İkisi de sağlam gruplar ve gelecek vaad ediyorlar.


Şimdi biraz da beyaz perdeye değineceğim. Bu yaz izlediğim iki güzel Kore filminden bahsetmek istiyorum.



Bu yazın en beğendiğim filmi The Thieves oldu. Film Ocean’s Eleven filminin Kore versiyonu olarak düşünülmüş. Ama kadro belki de Amerikan versiyonundan bile daha iyi. Tecrübeli aktör Lee Jung Jae’nin yanı sıra bu yılın "en güzel ağlayan" oyuncusu Kim Soo Hyun ve Kore filmlerinin en iyi kadın oyuncusu Gianna Jun başrollerde. Film vizyona girdikten günler sonra çok beğenildiği için 2.sinin çekimlerine başlandı bile.


İkinci filmimiz acaba bunlar Ocean’s Eleven’a takmışlar mı diyeceğiniz türden. Fakat lafınızı hemen geri alın çünkü filmin başrolünde Cha Tae Hyun var! Komedi üstadı, Kore’nin en sempatik adamı Tae Hyun bu filmle ilk tarihi filmine imza atmış oldu. Film yine bir hırsız çetesini konu alıyor. Ama bu sefer olayların Joseon’da geçmesi The Grand Heist'i Thieves’tan farklı kılıyor.


İki filmi de şiddetle tavsiye ediyorum, pişman olmayacaksınız.


Tüm bunların dışında bu yaz başka neler oldu, onlara kısaca bir göz atalım:


*Dünyaca ünlü sanatçılar Kore’yi fark etti. Bunda Gangnam Style’ın büyük etkisi oldu.


*Twitter tayfası bol tartışmalı ve etkinlik dolu bir yaz geçirdi. K-pop grupları, K-drama starları defalarca TT’e taşındı. Sanırım bu kadar etkinliğin en büyük sebebi ünlü grupların ve oyuncuların planlanan ya da planlanmakta olan dünya turlarına henüz Türkiye’yi dahil etmemiş olmamalarıydı. Buna rağmen bazı sanatçılardan Türkiye için söz alındı. Bakalım verilen bu sözler tutulacak mı?


*Müzik cephesinde göz yaşartan bir gelişme daha yaşandı. Dağılan SS501 grubunun üyesi Kyu Jong’un askere gitmesi grubu bir araya getirdi. Triple S’ler kadar dünyadaki tüm Kore severler bu olaya çok sevindi.


*Zannediyorum ilk defa bir Türk oyuncu Uluslararası Seul Drama Ödülleri’nde ödül kazandı. Ezel dizisi ve Kenan İmirzalıoğlu törenin özel ödülünü aldılar. Gururlandık. Bir kez daha sesimizi duyurabildik.


*Maalesef tatsız bir haber; bu yazı yazılmadan birkaç gün önce Kore’yi şiddetli bir tayfun esir aldı. Ancak toparlanıyorlar. Umarım kısa sürede atlatırlar.



Haber bülteni gibi bir yazı yazdım galiba. Ama bunlar hep beraber yaşadığımız gelişmelerdi. Bir de ben kendi dünyama birkaç yenilik kattım. Yeni çingular edindim. Korece çalışmaya ağırlık verdim. Japonya’ya geri döndüm. Kalben yani :P Şu sıralar biricik Oguri Shun’un "Rich Man, Poor Woman" dizisini izliyorum. Başlangıçta süper klişe bir adı var bunun, kesin içeriği de öyledir diye düşünmüştüm. Ama düşündüğümle kaldım. Oguri Shun nasıl klişe bir rolü canlandırabilir ki? Sıradışı patron Hyuga Toru şimdiden favorim oldu. Hah, az kalsın unutuyordum. Bir de çeviri işine katıldım. İngilizce seviyemi görmek, geliştirmek ve imlamı kuvvetlendirmek için. Minoz Turkey ile beraber Lee Min Ho’nun Faith dizisini çevirmeye başladık. Dizi devam ediyor. Yani sonbaharım da bu şekilde geçecek.


Evet, işte benim ve birçok Kore severin yaz tatili böyleydi. Evde, internet başında, mümkün olduğunca az sosyalleşerek geçti. Ama ben pişman değilim. Burada vakit harcamayı seviyorum çünkü. Bu sayfaya da aynı özeni göstermek ümidiyle veda ediyorum. Umarım değerlendirmemi beğenmişsinizdir. Yorumlarınızı eksik etmeyin! :)


Bir dahaki yazıya kadar, hoşçakalın! ^^



Jul 24, 2012

Bizim Fandom Sizinkini Döver (!)



UYARI:

Yazımın başında özgür irademle yazıldığını belirtmek isterim. Yapılan kötü yorumlar ya da asla yapılmayacak olanlar eminim kulaklarımı sağlam şekilde çınlatacaktır. Affedersiniz ama o yorumlar umrumda bile olmayacak. Sonuçta ben bu dünyaya sizin sayenizde girmedim. Sizin sayenizde de neyi yapıp neyi yapmayacağıma karar vermeyeceğim.


Peki neden yazıyorum? Çünkü dün gece yaptığım bir retweet yüzünden bazı otoriteler hayatımı anlamlı kılacak şeylere yönelmemi istediler. Ben de öyle yapmaya karar verdim. Ama bunu kapalı hesaplar ardından değil son derece şeffaf bir ortam aracılığıyla; yani blogumdan yapmaya karar verdim.


V.I.P nedir, E.L.F nedir ben bu konuya açıklık getirecek bir yetkili değilim. Sadece bu yazımda kendime göre doğru olduğunu düşündüğüm iddialarda bulunacağım. Kimseden de kanıtlama beklemiyorum her şeyin ortada olduğu genel örnekler vereceğim için bu açıklamayı eminim kabulleneceksiniz.


Super Junior ve Bigbang kulvarları son derece farklı ama her ikisi de alanında üstün gruplar. Sadece Türkiye’de değil Kore’de de hayran grupları arasında sürtüşmeler olmuştur. Bunun sebebi hangi grubun Hallyu’yu temsil ettiği. Hangisi daha üstün, hangisi daha uzağa işiyor. Hep merak edilen şey budur. İşte bu nedenle ıkınarak yürütmeye çalıştığınız fandom kardeşliği yalandır arkadaşlar. Görünüşte iki hayran grubu da birbirine destek vermeye çalışır. Bu diğer K-Pop grupları için de böyledir. Ama hayran grubu ne demektir? Hayranı olduğu sanatçıyı sonuna kadar korumak, destek vermek. Hal böyleyken ben nasıl olur da başarısına son derece inandığım grubumu diğerine karşı savunmam? Hiç farkımız olmayacaksa neden bize “fandom” diye genelleyip ama sonuç olarak ayrı ayrı isimler vermişler? Farklıyız da ondan. Bakın dün geceden beri farklıyız diyorum. Ben Super Junior dinleyen aynı zaman da Bigbang’i sevemez demiyorum. Ben Bigbang bile dinlemezken Sapphire Blue’nun ne anlama geldiğini bilirdim. Ama VIP olunca iki fandom arasındaki farkı çok net gördüm.


Neydi peki bu fark?


Super Junior, kendi şirketi SM tarafından genç kızların beğenisine sunulmuş, yetenekli seslerin olduğu kadar zerre yetenek barındırmadığı halde yakışıklılığıyla ve sempatikliğiyle de kalpleri feth eden birçok üyeden ileri gelmiş bir gruptur. Ciddi anlamda Super Junior’un barındırdığı yetenekli Koreli sesler: Kyuhyun, Sungmin, Ryeowook, Yesung, Kangin. Eunhyuk ise harika bir dansçıdır. Donghae gayet yakışıklıdır ama sesi yeteri kadar olmasa da masumluğuyla işi götürür. Heechul grubun maskotudur. Yaşını aldığı halde grubun vazgeçilmezidir bana göre. Geri kalanı için “SHOW BUSINESS” ifadesi pek yalan olmaz. Onları genelde dizilerde ya da program sunuculuklarıyla tanırız. Siwon, Leeteuk ve Shindong SM’in Kore televizyon dünyasında sahip olduğu tekeli güzel bir şekilde değerlendirir. İşte bu grubun hayran kitlesi ister istemez “Oppa” odaklıdır. Zaten şirketin onları piyasada pazarlaması tamamen bu yöndedir. Sürekli stüdyo klibi çekerler ve dans ederler. Hayranları tarafından dans coverı en sık yapılan grup SuJu’dur herhalde. Grubu biraz tanıyıp asıl konuya gelecek olursak Super Show’un izleyici kitlesini kapsamlı olarak ele alalım. İzleyici konserlerin büyük bir kısmında ağzı açık bir şekilde ağlar. Çünkü Super Junior’ın ağzı açık bırakacak derecede yakışıklı üyeleri vardır. Siwon üstünü yırtıp elini mikrofonu aldığında söyleyeceği şarkıdan değil de gözlerimizi kamaştıran kaslarına odaklanırız. Çünkü size coşku veren ya da kalbinize dokunan bir sese sahip değil. Ama bu da onun yeteneğidir işte. KRY üyeleri söyleyince aynı şeyi mi hissederiz? Tabii ki hayır. Onlar çuval da giymiş olsa sesleriyle büyülenmemek elde değil. ELFler’in tepkileri bu doğrultuda VIPler’inkinden son derece farklıdır. Şimdi VIP cephesine bakalım.


Bigbang ise şirketi YG tarafından söz yazarlığı, ballad, rap, dans gibi bir grupta olması gereken en temel birkaç özelliğe sahip oldukları için piyasaya sürülen Kore’deki sayılı gruplardandır. Ama “oppa” kategorisine girmezler. Çünkü iddia ediyorum hiçbir Bigbang üyesi, Super Junior’daki en çirkin üyeden daha bakımlı ve yakışıklı değildir. Lideri yeri geldiğinde etek giyer, ses konusunda yeteneği tartışılmayacak üyesi saçını biçilmemiş çimler gibi uzatır, en karizmatik olanı saçını maviye boyar dumura uğratır... vs vs. Sanırım Bigbang benim yüreğime dokunacak müziği yapmamış olsaydı asla hayranları olmazdım. İsterse çakı gibi giyinsinler özellikle dikkatimi çekmezlerdi. Onlar müzik yaptıkları için bu piyasada yer buldular. YG bunun farkında olarak şirketin bayan grubunu da aynı doğrultuda oluşturdu. Sıradan insanların yaptığı müzik ses getirmiyorsa, üzgünüm ama K-Pop’ta tutunabilmeleri çok zor. Çünkü her gün yenisi çıkıyor en acımasız şekilde arka plana itilebiliyorsunuz. İşte bu nedenle bir VIP’nin Big Show izlerken duygulandığı şey G-Dragon’ın bakışları değil yazdığı sözlerdeki derin anlamdır. Hiç sevmediği halde rap yapmaya çalışıyorsa bu T.O.P sayesindedir. Şahsen Taeyang’ın sesi bu kadar güzel olmasa konsere gidip üstünü başını yırtacak bir VIP tanımıyorum. Onların fiziksel olarak yetenekleri sayesinde gözümüzde bu kadar yüceldiklerine inanıyorum.


Eğer tüm bunları anladıysanız neden VIP ile ELF’in farklı olduğunu da anlayacaksınız. Popülerliği tartışmıyorum. VIP elit, ELF sıradan demiyorum. Ama iki grubu farklı yorumlamamız bizim de farklı olduğumuzu gösterir. Zaten VIP’ye ismini veren grubu Bigbang, onların böyle olmasını ister. Super Junior konserlerinde Siwon yaptığı fan servicelere karşılık bulabileceği bir hayran kitlesi ister. Ya da ne bileyim herhangi bir kötü olayda yine arkasında ELF’i görmek ister. Bu nedenle SuJu ile ELF’in güçlü bağı tartışılmaz. SuJu ELF olmadan var olamaz. Bigbang ise yeri geldiğinde “BIGBANG is VIP” diyerek hem hayran grubuyla olan bağlılığını hem de hayran grubuna duyduğu saygıyı ifade eder. VIPler Bigbang için “Very Important Person” ise bunun gerektirdiği gibi davranır. Yahu Allah aşkına size gruplarınızın verdiği değerler doğrultusunda tabii ki kendinizi önemli hissedersiniz. Bunda ne kötülük vardır ki? İki grup ve fandom için de aynı şey geçerli.


Ama neden iki fandom bu kadar savaş içerisinde dediğimiz anda aklımıza bu ayrım gelmeli. En azından benim aklıma öyle geliyor. Piyasada üstün olma çabası hayran gruplarına da sıçramışsa bunda anormal bir durum olmadığını düşünüyorum. “Lütfen bizi daha çok destekleyin” Sizce her K-pop grubunun sık sık ifade ettiği bu cümle ne anlama geliyor? Bizi diğerlerinden daha çok destekleyin. Hepsinin amacı zirvedir çünkü. Doğal olarak bu böyledir arkadaşlar.


Bu ayrımı yanlış anlamaya sebebiyet vermeden açıklamaya çalıştım. Ama son olarak neden Twitter’da MadamPatapuff’a ait şu cümleyi RT ettiğimi açıklayayım.


“Bazı Vip'lerden cidden korkuyorum. İçlerine Elf kaçmış gibiler. :D”


Bunun sebebinin hepimizin rast geldiği “oppacı” zihniyetten kaynaklandığını söyleyeyim. Ayrıca şunu da ifade etmek isterim bu RT VIPler’i kötülüyor. Dikkat ettiyseniz, ben / biz hayranı olduğumuz grubu ya da hayran grubunu eleştirebiliyoruz. Bunu yapamayan insanlarla da baş etmek zorundayız. Bencilce ama her gün karşılaşıyoruz. Bu zihniyet VIPler’in içine kaçan ELFler sapık diye nitelendirdiğim “oppacı”lara niyet bağlamında çok benziyor. Evet, oppacı. Ben onları böyle nitelendiriyorum. Ben hayranı olduğum grubu bu şekilde sevmiyorum. Bir anda maddiyata dönüşüp oppasının boxerı olan kızları sevmiyorum. Görünce kibar şekilde uyarsam boşu boşuna sinirimi bozacağımı da biliyorum. Çünkü dün gece iki fandomı karşı karşıya getiren, içlerinde böyle insanların olduğunu bildikleri halde kendilerinin bile hoşnut kalmadığı o insanları bana karşı savunmalarıydı. Sanki çok değil birkaç ay önce böyle insanlarla kendinlerinin de dalga geçtiklerini unutmuş gibiler. Hoş dalga geçilen hayran grubunun tamamı değildir ki. O grubu temsil ettiğini düşünen vıcık vıcık, ergen zihniyettir. Dün gece o RT’i yaparken kimseyi kimseye genellemedim. Ama öyle yaptığım konusunda tepki aldım. İşin komiği verilen tepkilerin de genelleyerek yapılmasıydı. Çevremde hiçbir yanlışını görmediğim insanlar bile öyle olduklarını iddia etmişim gibi üstüme geldiler. Mizacım gereği böyle şeyleri umursuyorum.


Ama bu yazıdan sonra deyim yerindeyse iplemeyeceğim.


Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Eğer ne demek istediğimi 1 kişi dahi anlamışsa ben anlatabilmişim demektir.


Hoşçakalın ^^