Mar 27, 2012

Mim: Kore Dizilerini Ödüllendiriyoruz!


Uzun bir aradan sonra yeniden karşındayım sevgili okur. Mim diye bir gerçek varmış ben bunu ikinci kez tadacağım. Öncelikle bana bu güzel mim’i paslayan blog aleminin güzide VIPlerinden, çingum mydestiny’e huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Bu mim’in içeriğine gelince, başlıktan da anlaşılacağı gibi Kore dizilerini ödüllendirecekmişiz. Kategorilere bayıldım. Zaten konu dizi olunca en az K-pop kadar geveze olabiliyorum. Öyleyse sabırsızlıkla bekleyen yıldızlarımızı daha fazla heyecanlandırmadan ödüllerimizi dağıtalım efendim:


En Şaşırtıcı: "Coffee Prince"

Çok samimi ve harika olmasının yanında benim aşırı şaşırtıcı bulduğum bir diziydi. Bir noktadan sonra filmlerin daha cesaretle konu ettiği olayları rahatça izleyiciye sunmaları beni oldukça şaşırtmıştı. Coffee Prince yalnızca birkaç sahnesiyle tabuları yıkmıştır. Öpüşmeyi bile 12 bölüm bekleyen bir milletin eşcinsel ilişki gibi hassas bir konuya bu denli rahat bakması yalnızca beni değil izleyen herkesi şaşırtmıştır eminim. Çünkü bir bölümde tamamen ciddi bir şekilde Han Kyung’un Eun Chan’a kalbini açtığını görüyoruz. Bu olay o ana dek benim Kore dizilerinde görmediğim birkaç şeyden biriydi. Şaşırmıştık efendim.


En Sıkıcı: "Playful Kiss"

Öncelikle Hyun Joong severlerden af diliyorum. Maalesef acı bir gerçeği paylaşmak zorundayım. Hyun Joong kesinlikle bir dizinin başrolü olmamalı. Hayır o şirinlik abidesi kızımız Oh Ha Ni’yi de harcadı gitti soğuk halleriyle. Boys Over Flowers’taki yan karakteri Ji Hoo onun üzerine cuk oturmuş gibiydi. Çok samimi ve içten olduğu bir başrolü kotarabilirse oynasın elbette. Ama Playful Kiss’in senaryosu da çok klişeydi. Sanki KHJ için hayranlarını oyalamak için yapılmış bir projeydi. Nihayetinde benim uçakta zaman geçsin diye başladığım sonra aylar sonra devamını getirebildiğim bir dizi oldu.


En Şeker: "Flower Boy Ramyun Shop"

Bizim ruh bekçimiz her zaman şekerdi ama bu dizi adeta şekerlik gibiydi. Boys Over Flowers’tan sonra her dizideki erkeklere bir F4 yakıştırması yapılır ya yine gelenek bozulmadı. Il Woo’dan Ki Woo’ya bu dizide herkes çiçek çocuk olmuştu. Dizi boyunca ağzınızın sulandığını belirtmeden geçemeyeceğim. Sevgiyle pişirilen ramenler, özellikle dizinin finalinde verilen ramen tarifi harikaydı. Çok sıradışı bir şekerliği vardı bu dizinin. Beklenmedik bir anda güldürüyor bazen azıcık da olsa ağlatıyordu. Çılgınlık doz aşımı yer yer görülse de genelinde hoış bir diziydi. Çılgınlık derken en somut örneğiyle elinde tuvalet pompası nedime kıyafetiyle koşan bir kız hayal edin. İşte tam öyle bir doz aşımı görülüyordu. Ayrıca başroldeki hanım kızımızın feci halde 2NE1 Dara’yı andırdığını bir fırsat geldiğinde söylemek istiyordum, bugüne kısmetmiş.


En Sürükleyici: "Wild Romance"

Taze bitirdiğim bir dizi olması nedeniyle rahatlıkla söyleyebilirim ki evet, sürüklendim! İlk 5 bölüm Dong Wook ve Si Young’un tatlı atışmaları içinde geçmişti. Özellikle bazı sahnelerde anırarak güldüğümü belirtmek isterim :D Ancak bir süre sonra dizi gerilime dönüşüyor. Bir ara “bu mektuplar ne ben ne izliyorum bu yarım bıraktığım Fringe mi yoksa Black Swan’u mu açmışım” falan diye sayıkladım resmen. Wild Romance maksimum iki günde bitecek bir dizi. İzlerken psiko-gerilimin dibine vuracağınıza eminim. Anti SNSD’ciler için de özel bir not bırakıyorum. Evet, Jessica’nın rol yapamamasıyla mutlu olabilirsiniz, vallahi ben oldum :P


En Klişe Yıkıcı: "My Name Is Kim Sam Soon"

Benim için -ilk dizilerimden biri olması nedeniyle- Kim Sam Soon’un yeri çok ayrıdır. Tabii ki spoiler vermeyeceğim. Ama dizinin sonuna çok şaşırdığımı ve lanet okuduğumu belirtmeden de geçemeyeceğim. Klişe yıkanlar neydi peki derseniz; öyle hiçbir dizide göremeyeceğiniz bir Kim Sun Ah’ı izleme fırsatınız oluyor. Kore dizilerinin genelinde kızlar sonradan güzelleşirler. Bu hanım kız dizi için onlarca kilo almış ve son bölüme kadar güzelleşmesini beklediğiniz halde, maalesef olmuyor. İstisnai bir durum esas oğlanın ona bu şekilde aşık olmasıdır. Hyun Bin bu tabii dizi bittikten sonra bile Kim Sun Ah’ı unutamamış ve tanıdığı en güzel kadınlardan biri olduğunu söylermiş. Sahiden de öyle, aradaki yaş farkı da bir diğer istisnaydı. Daha tüyü bitmemiş Hyun Bin ile 30una gelmiş bir Sun Ah çok alışılmadık bir çift görüntüsü vermişlerdi. Bence dizi çoğu ayrıntısıyla hatta o istenmedik sonuyla dahi klişeleri paramparça ediyordu.


En Komik: "Protect The Boss"

Ji Sung! Ben böyle bir adamı niye bu kadar geç tanıdım bilmiyorum. Ya da o içindeki komedi cevherini bu diziyle keşfettiği için bu böyle oldu. Bir solukta izlediğim, istisnasız her bölümüyle beni doyuran bir diziydi. Hiç bitmesin istedim. Böyle bir kuzenim olsun istedim. İzlediklerim arasında en samimi, en eğlencelisiydi. Teker teker mimiklerinden öpüyorum Cha Ji Heon! :D


En Acıklı: "A Love To Kill"

Zamanında çok sadist olduğunu düşündüğüm insanların başında “Misa” ve “A Love To Kill”e hayat veren senaristler vardır demiştim. Sonra ufak bir araştırmadan sonra iki dizinin senaristinin aynı kişi olduğunu öğrendim. Zaten dramın dozuna bakılınca benzerlikler gözden kaçmıyordu. Kore dizilerinin özelliği ağır dram barındırmasıdır. Ama bu dizi beni yerden yere fırlatmıştı resmen. Bittiğinde üstümden kamyon geçmiş gibi hissetmiştim. İlk dizimdir. Herkese göre mutsuz, ama bana göre çok mutlu bir sondu. Diziden çıkardığım en büyük ders ise “Rain ağlarsa hepimiz ağlarız” olmuştur.


En Yakışıklısı Bol: "Sungkyunkwan Scandal"

“Şu Park Min Young ne şanslı kız, kesin önceki hayatında bir ülkeyi kurtarmış olmalı” diyerek ödülüme onlara özgü bir giriş yapmak istiyorum. Park Yoochun, Yoo Ah In, Song Joong Ki. Daha ne olmalıydı zaten? Bu kategorinin ikincisi de şüphesiz sadece Lee Min Ho ile ipi göğüsleyecek olan Boys Over Flowers. Ama ben SK’a torpil geçtim. Çünkü Joong Ki’nin o sevimlilikle en az iki yakışıklı yerine geçtiğini düşünüyorum.


En Güzeli Bol: "Dream High"

You’re Beautiful deyip linç girişimini göze alacaktım fakat işin esprisi tabii Jang Geun Seuk ve Lee Hong Ki kız gibi güzel olmalarının yanında taş gibi de erkekler. Ehm öhm, bence en güzeli bol dizi şu an Kore’yi kasıp kavuran IU, Suzy ve hemen arkalarından koşarak onlara yetişen Eunjung’un oynadığı Dream High’dı. Hepsi de birbirinden afet. Gelecekleri parlak. Yoo, hayır ne kıskanacağım ...


En Klasik: "You’re Beautiful"

İşte bu ismi burada söylersem hedefi tutturmuş olurum. Çünkü çok klişeydi çook. Gün geçmiyor ki Park Shin Hye’ye aşık birkaç erkek dizi çevirmesin. Nasıl başladıysa öyle bitti. Müzikleri güzeldi. Yonghwa’nın masumluğu ve Hong Ki’nin şebekliği sayesinde izledim. Ama niyeyse iki kere izlemiştim. Tamam, kabul güzel diziydi ama hikaye tam bir klasikti işte o da bir gerçek. Erkek kılığına giren kızların konu edildiği diziler arasında Coffee Prince gönüllerin birincisi olmaya devam ediyor.


En Değişik: "49 Days"

Secret Garden’ı bitirdikten sonra forumlarda dolanıyordum. Herkesin imzası, avatarı bu diziyle doluydu. Neredeyse Secret Garden’dan çok sevilmeye başlanması beni biraz kızdırmıştı. Birkaç ay süren bir önyargı eşliğinde izlemeyi erteledim. Sonra izledim ve beni her bölümüyle ne kadar etkilediğini fark ettim. Henüz benzeri gelmedi. Aile bağları olsun, arkadaşlık ilişkileri olsun kesinlikle izlenilip ders alınması gereken bir dizi. Senaristi ve yönetmeni bize hazırladıkları o şok edici sondan dolayı da ayrıca kutluyorum.


En Felsefik: "Sungkyunkwan Scandal"

Belki de tarihi dizilerinin geneli budur. Ama bu dizide ısrarla verilmeye çalışılan bir mesaj vardı. İyi bir devlet yönetimi, hak-adalet-eşitlik üçlüsünün kazanılması vs. Kızıl Elçi başlı başına bir felsefeydi zaten. Günümüz Kore halkının özümsemesi gereken daha çok şey vardı, tabii biz de bundan nasibimizi aldık.


En Umut Verici / Gaza Getirici: "49 Days"

Şimdi bu dizinin neresi umut vericiydi dediğinizi duyar gibiyim. Ama bana göre kulağa küpe birçok durum vardı. Tıpkı Song Yi Kyung’a olanlar gibi. Bir kapı kapansa da binlercesi açılabilir. Hayatımızın en talihsiz döneminde, etrafımızda kimse yokken (böyle mistik bir şekilde olmasa da) yaşadığımız tesadüfler bizi en kıymetlilerin yanına sürükleyecektir. Çok kaderci bir insan olarak her şeyin bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Ji Hyun ölürken yaşadığı onca şeye rağmen içinde hiçbir pişmanlık olmadan veda etti. Öldükten sonra bize böyle bir şans verilmeyecek belki; ama yaşarken değiştirmemiz gerekenler bizim elimizde.


En Tatlı Çift: "Jeo Jin Ho (Lee Min Ho) - Park Gae In (Son Ye Jin)" / Personal Taste

Dizi gereği şapşal görüntüsüne rağmen Kore’nin en güzel kadınlarından biri olan Son Ye Jin rolünün hakkını fazlasıyla vermişti. Jin Ho’nun eşcinselim yalanıyla girerek Gae In’e ev arkadaşı olduğu yer, yani Sang Go Jae, bu ikilinin ultra komik ama bir o kadar da romantik dakikalarına ev sahipliği yapmıştı. Her zaman bir Sang Go Jae rüyam vardır. Orada yaşamayı çok isterim. Ama Min Ho kadar kusursuz ya da Gae In kadar sevimli bir ev arkadaşım olmalı tabii J İkisini yaş farkına rağmen aşırı yakıştırıyorum. İzleyenler de eminim benimle aynı fikirdedir :)


En Tatlı 1. Erkek: "Kim Joo Won (Hyun Bin) / Secret Garden"

Beni tanıyanlar bu kategoriye pek yorum bırakmasam da ne demek istediğimi anlayacaklardır. Her eve bir Joo Won, her yuvaya böyle bir koca, her ocağa böyle bir baba lazım diyerek bitirmek istiyorum. Bir cemiyet liderinin tanımı da ancak böyle olabilir.


En Tatlı 1.Kız: "Gumiho (Shin Min Ah) / My Girlfriend Is A Gumiho"

“Nomu nomu nomu nomu joo-ah” diyip şirince göz kırpması bir yana dursun zaten hanım kızımız afetlerin afeti Shin Min Ah olunca pek fazla söze gerek kalmıyor. Tanrı çok adaletsiz ama ödülünü vermeden gönderemezdim. Gumiho gördüğüm en tatlı karakterlerden biriydi. Güzelliğine rağmen boş bir oyuncu olmadığını da belirtmek isterim.


En Tatlı 2.Erkek: "Cha Mu Won (Kim Jaejoong) / Protect The Boss"

No Eun Seol gidip niye Muwon’u seçmedi? Ji Heon gibi bir patronun olduğu yerde bu çok saçma olurdu da ondan! Ama tüm o soğuk görüntüsüne rağmen genç kızların ideal erkek arkadaş niteliklerine birebir uyan bu beyefendi en tatlı ikinci erkek olmayı sonuna kadar hak etti. Bisikletle çıkılan randevuyu hatırlayın derim. Emr-i vaki götürülen yemekler, kendisine sarılan kuzenini “sen deli misin” diye iteklemesi. Çok güzel diziydi çok. Sen de tadından yenmiyordun Jaejoong :D


En Tatlı 2.Kız: "Ha Chae Kyung (Lee Min Jung) / Boys Over Flowers"

Anti Geum Jan Di topluluğunun 2 yılı aşkın süredir güzide üyelerinden biri olan ben, bu ödülü sevimli eonnimiz Chae Kyung’a vermekten şeref duyarım efendim. Bir ara Jan Di’nin çektiklerini umursamayarak Jun Pyo’nun bu ablaya yar olmasını bile istemiştim. Kendisi çok tatlıdır, fedakardır, açık sözlüdür. Umarım şu an “hiç değilse bunlar benim olsun” dediği ayakkabılarıyla mutlu mesut yaşıyordur. Bizi şoka sokan bir kararla dizideki kısa ziyaretine son vermişti. Yine de unutamadık kendisini kutluyoruz, bizde bıraktığı bu etkiden dolayı.


En Güzel Kostümler: "Heartstrings"

Kostüm deyince set kıyafetleri kast ediliyor sanırım, zira tarihi diziler dışında öyle ahım şahım bir kostüm göremedim ben Kore dizilerinde. Moda dizilerini dışarıda tutuyorum tabii henüz izlemediğim için. Bana göre Heartstrings sponsor kıyafet işini güzel halletmiş. Tam bir yaz dizisiydi zaten ve cıvıl cıvıl kostümler eşliğinde izledik. Özellikle Shin Hye cadısının uzun etekleriyle kombinlediği salaş üstlerine bayılmıştım. Her bölüm iki kez değiştirdiği güzel çantalar da cabası. Ayrıca balerin hocamız pek şık giyinirdi. Yong Hwa’ya yapacak yorum bulamıyorum. O her haliyle mükemmel bir şahsiyet.


En Güzel Müzikler: "Coffee Prince"

Hiyyaaa! İşte beklediğim kategori! Hayatımın bir evresinde Coffee Prince OST diye haykırmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş. Bu seçimlerdeki kasıt neydi bilmiyorum; ama bildiğim tek bir şey var o da soundtrack olayını baştan aşağı kusursuz hazırlamış nadir dizilerdendir bu dizi. Her bölümün şarkı seçimleri beni benden alıyordu. Düzenli bir liste çıksın da hepsini indireyim diye yıllarca bekledim. Son iki senedir deli gibi sardığım bir soundtrack Coffee Prince. Dinlemediyseniz, hemen koşun bence.


En Gerçekçi: "Scent Of A Woman"

Bu kategoride hiç zorlanmadım çünkü tesadüfe yer vermeyen bir konusu vardı SOAW’ın. Bu zalim hastalık hepimizin başına gelebilir günün birinde. Eğer yaşamımızı Yeon Jae gibi boşa geçirmişsek kalan son 2 ayımızı bir ömürmüş gibi yaşamak isteyebiliriz. Yıllar önce izlediğim “My Life Without Me” adlı filmde de bu dizidekine benzer bir liste olayı vardı. Bu çok büyük bir cesaret işi elbette. Ölüm korkusunu yenip soğuk kanlılıkla kalan ömrüne değer biçmek. Çok acıklı ama bir o kadar da gerçek bir diziydi.


En Masalsı: "Secret Garden"

Kore dizilerindeki tesadüf imgesini fantastik bir kurguya dönüştüren Secret Garden senaristleri bizi 20 bölümlük bir masala çok güzel adapte ettiler. Ruhlarını değiştirmeleri çoğu bölümde bizi eğlendirse de yeri geldiğinde hıçkırarak ağlattı. Rüyalar gerçekle karıştı, gerçek neydi neredeyse onu bile unutuyorduk. Ama tek kelimeyle harikaydı. Secret Garden modern zamanların en güzel masalıydı bence.


En Başarılı Diziler Top 5:

Secret Garden

49 Days

Tree With Deep Roots

Boys Over Flowers

Coffee Prince


En Keyifli Diziler Top 5:

Protect The Boss

My Name Is Kim Sam Soon

My Girl

The Greatest Love

Flower Boy Ramyun Shop


********

Mar 6, 2012

Bol Acılı Bir Gezi: “Bigbang Adıyaman’da”



Herkese merhaba! Bigbang'in eğlenceli ve bir o kadar da çekişmeli Türkiye macerasını sırasıyla Mydestiny, Selocan ve Nomuyeppuda’nın bloglarından takip edebilirsiniz. Bu yazıda ise Bigbang – Türkiye gezisinin dördüncü ayağı Adıyaman’ı okuyacaksınız. Öncelikle söylemeliyim; hala acıyan sağ bileğim bu yazının hiç de kolay olmayacağının sinyallerini veriyor.



Sabah herkes uyandığında yaşanan manzarayı Seda’nın kaleminden dinlemiştik. Peki o gece ne olmuştu da üyelerin her biri aramıza sokulmuşlardı?


Aslında bir süreye kadar her şey normaldi. Yatmadan yenen pişmaniyenin ardından üyeler ve Can uyumak için odalarına çekilmişti. Biz Mine’nin zoruyla sıkış tıkış yerde yatıyorduk. Birazdan olacakları düşününce “Mine haklıydı” demekten kendimi alamıyorum. Tam uyumaya hazırlanıyordum ki mutfaktan tıkırtılar duydum. Kalksam başmuhafız Mine beni görecek ama kalkmasam da merakımdan çatlayacaktım. Yukarıdan kimsenin indiğini görmemiştim. Artık daha fazla dayanamıyordum. Biraz bekledikten sonra usulca bir Kim Joo Won (Secret Garden) sürünüşüyle yerden mutfağa ulaştım. OMO! Bahar önünde koca bir kazan, bir şeyler karıştıyordu. Yanında da gözleri mutlulukla parlayan Berna vardı ve beni görünce yüzü bembeyaz kesildi. Tam çığlığı basacakken kendimi tuttum.


Dicle: “Ne oluyor burada kızlar bu kaynayan da nedir?”


Bahar: “Bir iksir hazırlıyorum. Berna’yla bir planımız var.”


Dicle: “Peki diğerlerinin bu plandan haberi var mı?”


Berna: “Aslında bu sadece ikimiz arasındaydı. Sonradan şey duydu bir de...”


Dicle: “Kim d...”


dememle Özge’yle Selin’in beni arkadan yakalaması bir oldu. Şimdi herkes suçluluk duygusunun verdiği gerginlikle birbirine bakıyordu. Plan şuydu: Bahar’ın yaptığı bayıltma iksiriyle birkaç mendil ıslatılacak ve geri kalan kızlar uyutulacaktı! Bu gerçekten çok acımasız olacak diye mırıldanırken Selin sözümü kesti: “Masumca bir istek sadece, yanlarına çıkıp uyurken onları izleyeceğiz. Sen de biliyorsun Dicle uyurken her zamankinden daha tatlı oluyorlar.” Ne olursa olsun başımız belada diye düşünüyordum. O sırada Özge’nin bana attığı çimdikle kendime geldim. Böyle bir fırsat ancak 29 Şubat gibi 4 yılda bir gelirdi. Hemen iksiri mendillere paylaştırdık. Yerde her şeyden habersiz uykuya dalmış Yuki, Seda, Mine, Nazlı ve Elif’in yüzüne hafifçe götürdüğümüz mendil çabucak işe yarıyordu. Plan tıkır tıkır işledi. Birisi dışında tabii. Annesine söylediği yalan yüzünden bir türlü uyuyamayan Gökçen cin gibi bana bakıyordu. Hemen onu da yanımıza aldık ve merdivenleri bir bir tırmanmaya başladık.


Bahar'ın yardımıyla kazanımızı kaynaturken


Umarım doğru odaya giriyoruz diyen Özge rastgele bir kapıyı araladı ve BİNGO! Masmavi saçları pencereden süzülen ay ışığıyla daha da belirginleşmiş T.O.P mışıl mışıl uyuyordu. O sırada Özge ve Berna’yı nasıl zapt ettik bilmiyorum. Gerçekten rüya gibi bir görüntüydü. Karşıki yatakta kim yatıyor diye bakmaya yeltendik fakat saçımızı çeken bir şey olduğunu fark ettik. Can’ın ta kendisiydi. Öyleyse henüz göremediğimiz yatakta yatan Tae’den başkası değildi. Biz iksir hazırlayıp milleti bayıltalım, o da o sırada boş durmamış. Gece boyunca T.O.P ve Tae’ye pis yedili oynamayı öğretmiş. Hatta bir ara Tae: “Bu oyunun adı Dirty Se7en olsun, Se7en hyung ile dalga geçeriz” fikrini bile öne sürmüş. Bize ayak üstü bunlarla övündü ama can alıcı soruyu daha sormamıştı. O sırada benim aklıma diğer odaya bakmak geldi ve hemen hamle yaptım. Ancak kapıyı açtığımda pencerenin açık, pervazdan da uzun beyaz bir çarşafın sarktığını gördüm. Yataklar da boştu. Seungri, GD ve Dae ortada yoklardı. Hemen panikle bizimkileri çağırdım. Sessizce dışarı çıktık ve onları aramaya koyulduk.



Nerede olabilirler diye düşünürken Can bizi uyardı: “Aslında en yakın pişmaniyeciye gitsek iyi olur. Ri sürekli GD’ye mızmızlanıp pişmaniye almaya gitmekten bahsediyordu.” Hepimizin kafasında aynı ampülün yandığını bizzat gözlerimle gördüm. Evin hemen yakınındaki KAR PİŞMANİYE! Olay yerine gittiğimizde Seungri’nin bembeyaz sakalları vardı. Tabii ki pişmaniye yemekten bir hal olmuş ağzına, yüzüne bulaştırmıştı. Daesung hüplettiği saray helvalarına kendisini öylesine kaptırmıştı ki ne geldiğimizi anladı ne de Gökçen’in heyecandan yaprak gibi titrediğini fark etti. GD bizi görünce yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlandı. “İyi ki geldiniz çocuklar, ben de bunları ne yapsam diye düşünüyordum. Kendilerini kaybettiler pişmaniyeyle. Tam 1 saattir yiyorlar, durduramıyorum. Peki siz neden buradasınız?” diye sorduğunda tabii ki hiçbirimiz hain planımızdan bahsedemedik. GD ve Seungri arasında yaşanan birkaç tatlı atışmanın ardından eve dönmeye karar verdik. T.O.P, Tae ve geri kalanımız evde bütün bunlardan habersiz uyuyorlardı. Can yürüyüş sırasında fırsattan istifade Seungri’nin pişmaniyeye bulanmış fotoğraflarını Twitter’da paylaştı.



Eve vardığımızda T.O.P ve Tae bizi kapıda bekliyorlardı. İkisi de sinirliydi ama endişelenecek bir durum olmadığını Özge ve Berna anlatmaya koyuldular. Özge’nin aceleyle T.O.P’nin koluna girişini ve Berna’nın Tae’nin saçına dokunmak istemesini asla unutamayacağım. Neyse ki GD ve Dae durumu üstelemediler. Hep beraber içeri girdik. Aslında herkes bir elini yüzünü yıkama ritüelinden sonra yatacaktı. Ne de olsa sabah erkenden uçağımız vardı ve Sabiha Gökçen’e yetişmeliydik. Önce nezaketen üyelerin girmesini bekledik. Başta o katta uyuyanlar olduğu için ses olacağından çekinseler de sonra onların daha uyanmayacaklarına hepsini ikna ettik. Yalnız ters giden bir şeyler vardı. Lavabodan çıkan kapının önünde düşüp bayılıyordu! Birisine şaşırmamız geçmemişken arkasından banyoya giren mutlaka çıktığında yere yığılıyordu. Olanlara bir anlam veremesek de Bahar’ın uyarısıyla durum açıklığa kavuştu. Kazandan yere taşan iksiri yüz havlusuyla kurulayan Bahar o havluyu Seungri’nin havlu bekleyen GD’ye götüreceğini asla düşünemezdi. Kapının eşiğinde üst üste istiflenmiş üyeler ve Can adeta bir dağı andırıyordu. Hemen onları salonda yattığımız yere taşıdık. Çünkü hiçbirimizin gücü onları merdivenlerden çıkartmaya yetmezdi.



Bu konuda biraz işgüzarlık yapmış olabiliriz. Ama baygın çinguları yerinden kıpırdatmak asla mümkün olmuyordu. O yüzden Selin’le GD’yi yanımıza aldık. Tamamen şefkat dolu duygularla... :D Özge biraz torpil istedi ve Seungri’yle T.O.P’nin ortasına kıvrıldı. Dae’nin baygınken dahi yüzündeki gülümseme kaybolmamıştı. Bunu en iyi onu yanında uzanmış sessizce izleyen Gökçen bilir. Bahar yanında uzanan şahısa bakarak “Ah Tae uyumasaydın sana yeni hazırladığım iksiri denetecektim, saçları döküp güzelce çıkarıyor” derken Berna bir hışımla Özge-Ri-T.O.P üçgenine yakın bir yere kıvrıldı. Can’ı resmen planımıza kurban etmiştik. O yüzden şimdiden ona hazırlayacağımız kahvaltıyı düşünüyorduk. Karnını güzelce doyurup onu mutlu etmezsek başımıza gelecek vardı. Plan geç de olsa işlemişti. Uykumuz gelene kadar onları izledik.



Sonrası malum sabah olmuştu. Seda’nın çığlığıyla uyandık. Aslında uykuya dalalı daha 2 saat bile olmamıştı. Ama yine ters giden bir şeyler vardı. Kendimizi yorganların içine dürüm olmuş vaziyette bulduk. Hiçbir yere kıpırdayamıyorduk. Sanırım Seda, Yuki, Nazlı, Elif ve Mine bize bu cezayı layık görmüştü. Karnımız çok acıktığı halde kahvaltı sofrasından gelen mis gibi kokulara dürüldüğümüz yorganların içinden eşlik ediyorduk. Sanırım “VIP intikam 5’lisi” yorganın bir kenarını da dikmeyi ihmal etmemişti. Yükselen kahkahalar, espriler hepsini kaçırıyorduk. Üstüne üstlük bir de Bigbang – Gara Gara Go parodisi yapılmıştı bu 5li tarafından. Ne kadar eğlendiklerini tahmin bile edemezdik. Havaalanına doğru yola çıktığımızda Can’ın gösterdiği videolar & fotoğraflar her şeyi anlatıyordu. Seda (GD) olmuştu ve GD ona nasıl dans ettiğini öğretiyordu. Seungri işini ciddiye alan koreograf edasıyla kızların yerlerini ayarlıyordu. Elif halinden pek bir memnundu. Tae Nazlı’ya sololarını söyletmeye çalışıyordu. T.O.P ise Yuki’ye rap kısımlarını öğretiyordu. Mine arada bir yanımıza gelip bizimle dalga geçtikten sonra GD ile Seda’nın yakınlaşmasını önlemek için Cafe’yi söylemeye başlıyordu. Dae’nin gizlice makas aramaya çıktığını duyunca Can videoyu kesmiş. Ne de olsa o bir melekti ve bu olanlara asla izin veremezdi :P


Havaalanına vardığımızda sabah yaşananlar yüzümüzden okunuyordu. Karnımız da epey açıkmıştı. Neyse ki Berna’nın gece hepimizden sakladığı nefis kekleri vardı. Çantasından çıkarıp hemen bize paylaştırdı. Mine’nin intikamı gerçekten acı olmuştu. Çingular geceyi güzel geçirenler ve sabahı güzel geçirenler olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Ancak uzun süren uçak yolcuğu, beraber söylenen şarkılar aradaki tüm buzları eritti.


Nihayet Adıyaman’a varmıştık. Yolculuk hepimizi perişan etmişti. Sanırım buna sebep biletleri yanlışlıkla aktarmalı almış olmamdı. Üstüne bir de şehrin 21 km dışındaki havaalanı eklenince daha yolcuğun başından herkesi mutsuz ettiğimi fark ettim. “Neyse, kendimi yemeklerle affettiririm.” diye düşünüyordum. Gitmeden önce halamı arayıp Sümer Meydanı’ndaki lüks bir otele indirim yaptırtmıştım. Ne de olsa Adıyaman küçük ve samimi bir yerdi. Akraba torpili de her yerde işe yarar düşüncesiyle maliyeti azalttım. Belki Bigbang klip için güzel ama maliyeti az bir yer bulduğuna sevinebilirdi. Otele vardığımızda herkes eşyalarını alıp odalarına çekildi. Akşam yemeğine kadar dinlenecek daha sonra gece geç vakitte yolculuğun ilk durağı olan Nemrut Dağı için yola çıkacaktık.


Yemek vakti geldiğinde herkes yorgunluğunu atmış giyinmiş, süslenmişti. Ancak kimsenin yapacağım sürprizden haberi yoktu . Yemek salonuna geldiklerinde otel sahibi bizimle bizzat ilgilendi. Bana hafif bir kaş-göz yaparak “Ekip geldi, istediğiniz zaman başlayabiliriz” dedi. Bizim için ayrılan masaya gittiğimizde elimi havaya kaldırdım. Adıyaman’dayız ve sıra gecesi olmayacak mı dediğinizi duyar gibiyim. Elbette olacaktı. Saz ekibi içeri girdi ve eğlence başladı. Ancak sürpriz bundan ibaret değildi. Hemen kenarında sıra gecelerinin olmazsa olmazı yani bu akşamın mönüsü “Çiğ köfte” vardı. Otelin baş aşçısı yoğurma işlemine başlamıştı. Üyelerin şaşkınlıkları yüzlerinden okunuyordu. Hemen sıra gecesi hakkında bilmeleri gerekenleri anlattım. GD çoktan el çırparak eşlik etmeye başlamıştı. Twinkle Girls de hep bir ağızdan:


Nemrudun kızı yandırdı bizi
Çarptı sillesini felek misali
Sil yazımızı kurtar bizi
Çarptı sillesini felek misali
Mevlam gör bizi


Nemrut türküsünü söylüyordu. Ortam gerçekten güzeldi. Salona gelen koliler neşemize neşe katacaktı. Çünkü kolilerin içi puşi ve şalvar ikilisiyle doluydu. Bize de onları birbirimize giydirip tadını çıkarmak kalıyordu. Özellikle şalvarı görünce çığlık atan GD’nin mutluluğu paha biçilemezdi. Ne de olsa bu işleri en çok o severdi Love Song klibindeki pantolonu yüzünden bu işe heveslenmiştim. Ama sadece o değil gerek çingular gerekse grup üyeleri bu işten memnun kalmıştı.

Dae, Gökçen, GD ve Selin bir olmuşlar, şalvarlı Love Song parodisi yapıyorlardı. Tae, Can ve Nazlı’yla iddiaya girmişti. Kim en çok acıyı yerse sırtta taşınacaktı. Seda Gürkan’ın kıskançlık mesajlarıyla boğuşuyordu. Tam onun yanına gidip teselli edecektim ki geç de olsa Özge, Yuki, Berna ve Selin’in ortadan kaybolduğunu fark ettim. Hemen Mine’ye işaret ettim. Elif ve Bahar’ı yanımıza aldık ve onları aramaya koyulduk. Otel sahibi onları en son mutfağa giderken görmüş. Eyvah! Yine mi bir iksir vakası diyecektim ki Bahar’ın bizimle olduğunu fark edip derin bir oh çektim. Mutfağa girdiğimizde kızlar arkalarında bir şey saklıyorlardı. Hemen atıldık ve ufak bir çekiştirmeden sonra T.O.P ve Seungri’yi gördük. Ama nasıl görmek. Bu ikisi Healing Camp’ten sonra aşçılığı o kadar alışmışlar ki bize çiğ köfte yapmak için kızları da alıp mutfağa kaçmışlar. Sonra burada onlara çiğ köftenin sandıkları kadar kolay yapılacak bir yemek olmadığını açıkladım. Beni anlayışla karşıladılar ve eğlenceye geri döndük.

Hızlarını alamayan çılgın ikili çiğ köfteyi yoğuran adamı da zor durumda bırakarak müziğe kendilerini kaptırdılar. En çok da giydikleri üniformalar bizi kırdı, geçti. Kim bilir belki bir gün restorant açarlardı. Güney Kore’de Adıyaman sofrası görmek en çok beni gururlandırırdı. Löp löp yenilen çiğ köftelerden sonra herkes yolculuğa hazırlanmak ve biraz dinlenebilmek için odasına çekildi.

Lobide buluştuğumuzda saat 2’ye geliyordu. Birbirimizin kıyafetlerini incelemekten neredeyse otobüsü kaçırıyorduk. Neden derseniz, YG bu soğuk havalarda bizi de düşünmeyi ihmal etmemiş. Northface sponsorluğundaki pahalı dağ kıyafetlerinden koli koli göndermişti. İşte artık her şeyiyle Nemrut’a hazırdık!

2 saate yakın süren yolculuktan sonra Nemrut’un yaya olarak gidilecek kısmına varabildik. Acele edersek güneşin doğuşuna yetişecektik. Zaten buraya bu saatte geliş amacımız da buydu. Mis gibi dağ havasını içine çeken herkes tepeden görünecek manzarayı hayal ediyordu. Rehberlik görevimin aşkıyla 2003 yılında ünlü piyanist Tuluyhan Uğurlu’nun zirvenin manzarası eşliğinde burada bir konser verdiğinden bahsettim. Hepimiz aynı Tae’ye baktık. Kendisi de “keşke” diyen bakışlarıyla karşılık verdi. Gerçekten bu çok güzel olurdu. Herkesin kafasındaki hayaller Tae’nin resitaldeki müzikal ziyafetiyle alakalıyken aramızdan biri farklı şeyler düşünüyordu. Nazlı kendisini o piyanonun üstünde oturmuş ona eşlik ettiğini hayal ediyordu. Daha sonra Can’ın “Abartma çingu, ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum” uyarısıyla kendine geldi. Hepimiz gülüştük. Nazlı ve Tae çok utanmıştı.


Tüm bu düşünceler içerisinde zirveye varmak üzereydik. Ben Nemrut Dağı hakkında birkaç bilgi vermenin yerinde olduğunu düşünerek sessizliği bozdum:


Nemrut Dağı, 2.150 metre yüksekliğinde bir dağdır.

Komagene kral Antiochus Techus MÖ 62 yılında bu dağın tepesine, pekçok Yunan ve Pers tanrısının heykelinin yanı sıra kendi mezar-tapınağını da yaptırmıştır. Mezarda, bir kartalın başı gibi, tanrıların taş oymaları bulunur. Heykellerin diziliş şekli hiyoretasyon olarak bilinir.

Nemrut Dağı 1987'de UNESCO tarafından "Dünya mirası alanı" ilan edilmiştir ve dünyanın sekiz harikasından biridir.


“Sekizinci harikası mı?” bu şekilde haykıran T.O.P, sekizincinin ben olduğumu düşünüyordum? Esprisiyle bizi kırdı, geçirdi. Daha sonra ısrarla espri yapmadığını son derece ciddi olduğunu söylese de Yuki ve Özge onun ağzını kapayarak daha ileri gitmesini engellediler. Berna ise onun son derece haklı olduğu konusunda hem fikirdi. Onun ağzını kapamak da Can’a kalmıştı. Güneşin doğuşu hakkındaki tahminlerimiz ve birkaçımızın geri sayımı sürdüğü sırada özellikle ben, Mine ve Selocan’ın dumura uğramasına neden olan bir olay gerçekleşti. Seda kaşla göz arasında çantasına yüklediği kemanını ortaya çıkardı. Nedeninin Tuluyhan Uğurlu olduğunu hemen anladık. Tabii ki GD’ye serenat kısmını kaçıramazdı. O kemanının tellerine dokunurken Mine, Selocan ve ben kahrımızdan ağlıyorduk... Şarkıdan mı, yoksa GD’nin mest oluşundan mı orasını artık siz düşünün :P

Zirveye vardığımızda güneşin doğmasına birkaç dakika kalmıştı. Herkes doğuyu önüne alarak heykellerin arasına dizildi. Ancak Dae’nin arkaya doğru yürüdüğünü fark ettim. Ne olduğunu merak ettiğim için hemen arkasına takıldım. İyi ki de gitmişim. Mevsim kış olduğu için her yer kar ve buzdu. Bir anlık dikkatsizlikle ayağı kayan Dae yuvarlanmaya başladı. O an ne yapacağımı şaşırdım. Ben de peşinden mi gidecektim? Ona nasıl yardım etmeliydim. Dondum, kaldım. Orada bulunan diğer turistler hemen imdadımıza yetişti. Ancak Dae’yi uçurumdan düşmekten son anda yakalayan sağ bileğim hala acıyordu. Sanırım zedelemiştim. Dae olanlardan kimseye bahsetmememiz gerektiğini söyledi. Özellikle Gökçen öğrenirse çok endişelenecek ve üzüntüden kahrolacaktı. Hepimiz onun Dae konusunda ne kadar hassas bir kalbe sahip olduğunu biliyorduk. En az T.O.P kadar ona bağlı sayılırdı. Çaktırmadan zirvenin öbür tarafına geçtik.


Maalesef güneş çoktan doğmuştu. Dae pişmanlıkla bana baktı ve özür diledi. O sırada Dae’yi kurtarmakla meşgul olduğum için yukarıdaki şu güzel manzaraya tanık olamamıştım. Neyse ki biricik menajerimiz Can bu anı ölümsüzleştirmiş. Dediğine göre onlar bu şekilde poz verirken bizimkiler de birbirlerine sarılıp omuz omuza kenetlenmişler. Can kendi de dahil hemen hemen hepsinin gözyaşlarını tutamadığını söyledi.


Nemrut Dağı devasa heykeller ve gün doğumu dışında pek görülecek bir şeye sahip değildi. Hemen otobüse doğru yürümeye başladık. Dönüş yolu sırasında Seungri me2day’ini Nemrut selcalarıyla güncelliyordu. Arada Elif ve Bahar’ın da fotoğraflarını çekip “bunları kendime saklayacağım, sizi özlediğimde bakacağım ” diyerek kızların eriyerek buharlaşmasına neden oluyordu. Herkesin keyfi yerindeydi. Otobüse doluştuk ve ikinci durağımız olan Cendere Köprüsü’ne doğru yol almaya başladık.

Acar rehber olan ben hemen köprü hakkında bilgiler vermeye başladım. Herkesin karnı çok acıkmıştı. “Yaa ama yaa, teknik bilgi istemiyoruz acıktız biz” edalarıyla beni susturmaya çalışsalar da köprüyü uzaktan gördüklerinde hepsinin sesi kesilmişti.


Cendere çayı üzerinde yer alan ve dünyanın hâlen kullanılmakta olan en eski köprülerinden biri olarak anılan tarihi köprüdür.

Bugün Eski Kale olarak bilinen bir antik yerleşim bölgesinde bulunmaktadır. Romalılar'ın yaptığı 2. en geniş kemerli köprüdür. 120 m uzunluğunda ve 7 m genişliğindedir. Herbiri 10 ton ağırlığında 92 kayadan meydana gelir.

Köprünün üsütündeki Latince bir yazıttan anlaşıldığına gore Roma İmparatoru Septimius Severus (193-211), karısı ve oğulları adına yaptırılmıştır. Orijinalinde 4 korint sütun bulunduğu Kahta tarafındaki ikisinin Septimius Severus ve eşine, Sincik tarafındaki ikisinin ise oğullarına adandığı biliniyor. Ancak oğullardan Geta’ya ait olan sütun, onu öldüren ve kardeşine ait her şeyi yok etmek isteyen Caracalla adlı kardeş tarafından yıktırılmış.


Sisler içinde sabahın ilk ışıklarının eşlik ettiği köprü daha önce görmeme rağmen beni bile büyülemişti. Fotoğraflarımızı çekildikten sonra geleneksel köy kahvaltımızı yapmak için yakında oturan amcamlara konuk olacaktık. Tabii ki bundan benim dışımda kimsenin haberi yoktu.

Nihayet çekim faslı sona erdi. Ben şoföre yolu tarif ettim. Aslında biraz tedirgindim. Bigbang’i sülalemle tanıştıracaktım. Yol boyunca tırnaklarımı yedim. GD bir ara yanıma yaklaşıp neden bu kadar gergin olduğumu sordu. Ben hiçbir şey diyemedim tabii. Sonra onun moraran kolunu gördüm. Buraya ne oldu diye sorduğumda bana Mine’nin dönme dolapta bıraktığı eser diyerek kıkırdamaya başladı. Sonra ben yavaşça kolumu sıyırdım. Bu da Dae’nin bana bıraktığı eser diyecektim ki Selin gelip GD’yi arka tarafa götürdü.

Eve gelmiştik. Herkes birbirine burası da neresi diye sormaya başladı. Artık bir açıklama yapmam gerekiyordu. “Gençler burası benim akrabalarımın evi. Yerleşim yerlerinin pek bulunmadığı buraya yakın oturuyorlardı. Kahvaltı edecek daha güzel bir yer bulamadığım için sizi getirdim. Umarım kötü bir sürpriz olmamıştır?” Özge ve Elif başta kızsalar da bizim de sıramız gelecek bakışıyla olayı kabullendiler :D

Yengem ve amcam bizi kapıda karşıladı. Üyelere attıkları şaşkın bakışları hiç unutmayacağım. Tabii ki biz işin bu kısmıyla eğleniyorduk. Aynı bakışı onlar da bizimkilere fırlattı. Özellikle Seungri’nin ahıla girip kuzulara “annyeong” demesi görülmeye değerdi. Hepimiz maknaenin şirinlikleriyle yediklerimizi hazmetmeye çalışıyorduk. Gerçekten sofra canımıza okumuştu. Sürekli yiyip içip geziyorduk. Can dışında kimse halinden memnun değildi. Bahar bir ara “size bitki çayı hazırladım” dediğinde üyelerle beraber onun elindeki pakede atladık. Ben bile kısa sürede bu kadar ağır yemeklere alışkın değildim. Kahvaltının ardından içilen Türk kahvelerine artık hepsi alışmıştı. Hatta Dae’nin “ee, bunun üstüne kahve yok mu dediğini” söylemeden geçemeyeceğim. Hepimiz gülüşmeye başlamıştık. Afiyetle içilen kahvelerin ardından otelimizin yolunu tuttuk.

Yolculuk sırasında herkes yiyip içtiklerinin ve dağ tepe gezmesinin verdiği yorgunlukla uyuya kalmıştı. Uyku ne güzel şey diye düşünürken maalesef şoför amcanın açtığı Kahtalı Mıçı ile kendimize geldik. Ne de olsa adamın anavatanındaydık ve duymamamız kaçınılmazdı. Yine de böyle bir sese alışkın olmayan bünyeler korkunç tepkiler vermeye başladı. Ben çocukluğumdan bu yana böyle şeyleri duymaya alışmıştım. Tae’nin “Sakine kim?” demesinin ardından olayın ciddiyetini kavradım ve kaseti çıkarttığım gibi camdan dışarı fırlattım. Arkasından kopan alkış dalgası o sırada neler çektiğimizin en güzel kanıtıdır diye düşünüyorum.

Otele döndüğümüzde saat 12’ye geliyordu. Öğle yemeğini es geçerek güzel bir uyku çekmenin yerinde olacağına karar verdik. Güneşin batışını izlememiz gereken yer çoktan ayarlanmıştı. Atatürk Barajı için herkese 3’te lobide olmalarını tembihledim.

Planlarıma göre gezinin son durağı Atatürk Barajı kıyısında mangal olacaktı. Ancak oraya gitmeden önce otelin mutfağından içli köfte ve lahmacunun da aralarında bulunduğu birkaç şey almam gerekti. Artık hazırdık ve yola koyulduk.


Adıyaman ve Şanlıurfa’nın arasında Fırat Nehri’nin üzerine inşa edilmiş bu barajın kıyısında yazın yapılan piknik kadar güzel bir şey yoktur. Fakat mevsim kıştı. Aslında gelirken acaba üşürler de bana söylenirler mi diye sesli düşünüyordum. Sonra Yuki’nin “Endişelenme çingu, bunlar yaz kış çadır lokantalarında besleniyorlar. Soğuğa dayanlıklılardır.” cümleleriyle teselli buldum. Gerçekten de öyleydi. Buraya kadar gelmişlerse ızgara – kebap ikilisini görmeleri gerekirdi. Fighting Dicle!


Mangalı yakmak ya da pişirmek için özel birisini getirmemiştik. İzmit’teki soba faciasından sonra T.O.P yine öne atılmıştı. Özge, Yuki ve Berna “Hayır canım, gel sen böyle bak ne anlatacağız” diyerek onu sofranın kurulduğu yere götürdüler. Aslında olacaklardan hepimiz endişeliydik. Güzelim mavi saçlarını ateşe kurban vermesini istemezdik. Bir anda Mine: “Bu iş için GD biçilmiş kaftandır” dedi. Hiçbirimiz onun çok sevdiği halde neden GD’yi neden öne sürdüğünü anlayamamıştık. Daha sonra Selocan kulağıma eğilerek “Bana otobüste planını anlatmıştı. Eğer GD mangalı üflerken o soldan sarkan perçemi tutuşursa bir daha böyle bir şeye yeltenmez, saçı da eskisi gibi olur” demez mi! Bu Mine gerçekten çok zeki bir çinguydu.


Seda, Mine, Selocan ve ben kıs kıs gülmeye başladık. Sonra Gökçen niyetimizi anlayarak araya girdi: “Hayır bence Dae yapmalı, o çok sever mangal yakmayı” demeye başladı. Hepimiz onun da niyetini anlamıştık. Aklı sıra Dae’nin gözünü kapatan emo perçeminin katili olacaktı. Hepimizi bu gibi küçük masum planlar yaparken Can Tae’ye durumu açıkladı. Demek ki bu mangalı benim yakmam gerekiyor diyen Tae anında harekete geçti ve gittikçe uzayan mangal krizini çözdü.


Seungri ateşi yelliyordu. GD de ona nasıl yapması gerektiğini anlatıyordu. T.O.P az önce kendisini ortamdan soyutlayan Yuki, Berna ve Özge üçlüsüyle salata yapıyordu. Tae ve Dae’ye yapılacak bir iş kalmadığı için Blue’dan en güzel kısımları söylüyorlardı. Bir ara Can ile Nazlı’nın Tae’nin bölümünü ondan daha güzel söylemeleri gözlerden kaçmadı. Hepimiz çok keyifliydik. Vee sonunda yemeğimiz hazırdı:


Bu yediğimiz son akşam yemeğiydi. Yemeğin ardından otele dönecek ve ertesi günkü İstanbul yolculuğumuz için eşyalarımızı hazırlayacaktık. Dönüş yolculuğu sırasında herkesin “acı” dan sesleri açılmış ve hep beraber şarkılar söylenmeye başlamıştı. Onları izlerken içimi büyük bir hüzün kapladı. Bu arada kolumun acısı gittikçe artmaya başlamıştı. Neyse ki Dae’nin herhangi bir yerinde bir şey yok diye teselli ettim kendimi. Ne de olsa YG böyle bir şeyi öğrense derhal Türkiye turunu iptal ederdi. Ne olursa olsun kimse dağda olanları öğrenmemeliydi. Otele vardığımızda iki gündür tatlı yemediğimizi fark ettik. Aramızda birkaç kişinin de kan şekeri düşmüştü. Hemen resepsiyonu arayarak karşıdaki Güllüoğlu Baklavacı’sından herkesin odasına baklava sipariş etmelerini istedim. Güzel bir sürpriz olacaktı.

Biz Berna ve Özge ile aynı odada kalıyorduk. Oda telefonumuz birkaç kere çaldı. Hepsi tatlıdan memnun kalan üyeler ve çinguların teşekkürlerini içeriyordu. Özge’nin “Bu T.O.P olmalı” düşüncesiyle en az 4 telefona koştuğunu belirtmek isterim. Maalesef T.O.P teşekkür etmek için henüz aramamıştı. Berna ve Özge’yi teselli ederken kapının çaldığını fark ettim. Gelenin kim olduğu konusunda en ufak bir fikrimiz yoktu. Ben açarım diyerek koştum. Gördüğüm manzara GD’ye saniyelik bir ihanete neden olmuş olabilir.

T.O.P neden gelmişti? Elindeki iki kadeh ne anlama geliyordu. Tüm ekibin odalarda en az üç kişi kaldığını düşününce hiçbirimiz bu soruya bir cevap bulamadık. Belki Berna cevabı biliyordur :)


Hikayenin devamına Berna’nın anlatımıyla şahit olacaksınız. Umarım ilk denememde başarılı olabilmişimdir. Kimseyi üzmemeye çalıştım. Bol yemekli, lezzetli bir yazı oldu. Gece gece gelen görsellerle karnınız acıkmaz umarım :D

Hoşçakalın!